Gazeteci Gizem Ertürk, Prof. Dr. Doğu Ergil'e 'Türkiye'de ortak bir kültür politikası var mı?' sorusunu yöneltti.
Gizem Ertürk / Serbest Gazeteci
“Kültür politikası” tanımı ilk olarak, 1960’lı yıllarda bu konuda yapılan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) toplantıları sonucunda ortaya çıktı.
O yıllarda UNESCO Genel Müdürü olan Rene Maheu ise bu kavramın yaratıcısı oldu. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 22. ve 27. maddeleri “kültür hakkı”ndan söz etmektedir.
Beyannamenin 22. maddesine göre: “Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Beyannamenin 27. maddesi ise kültür hakkını şöyle tanımlıyor:
1. Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.
2. Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
Peki, Türkiye toplumu ortak bir kültür politikası geliştirebildi mi? Geliştiremediyse, buna engel olan faktörler nelerdi? Türkiye'nin bugünkü sosyolojik yapısına bakıldığında gelecekte böyle umut görülüyor mu?
Siyaset bilimci ve sosyolog Prof Dr. Doğu Ergil, Medya Koridoru için yanıtladı:
"KENDİ İÇİNDE KAVGALI BİR TOPLUMUZ"
"Kültür dediğiniz şey, aynı zamanda bir kimlik sorunudur. Mesela “Biz kimiz?” sorusuna net bir yanıt verebiliyor muyuz? Hayır. Çünkü kendi içinde kavgalı bir toplumuz. Sadece komşularımızla değil, birbirimizle de kavgalıyız.
"BİZİM KİMLİK SORUNUMUZ VAR"
“Sen kimsin?” diye sorulduğunda bir kısmı kendisine ‘müslüman’, bir kısmı ‘Türk’, bir bölümü de ‘laik’ diyor. Kendini Batılı, Doğulu ve Avrasyalı olarak görenler var. Keza mezhep farklılıklarımız da var. Birçok tanım yapılıyor ama bir araya gelip millet olma tanımını yapamıyoruz. O yüzden bizim bir kimlik sorunumuz var. Ayrışmış bir toplumda da her zaman bir kimlik sorunu vardır.
Kültür, düşünme ve yapma tarzıdır. Düşündükleriniz ve yaptıklarınız da bunun ürünüdür. Mesela, dinsel tarafı ağır basan, bilime önem vermeyen bir düşünce tarzına mı sahipsin, yoksa daha bilimsel, daha eleştirel bakabiliyor musun dünyaya? Bunların hepsi kültürün bir parçası. Yediğin, içtiğin, yaptığın yemekler, sofraya oturma tarzın, konuşma tarzın…
"MADEM TÜRK MİLLİYETÇİSİSİNİZ, NEDEN MİLYONLARCA ARAP'I BURAYA DOLDURUYORSUNUZ?"
Şimdi bu kadar ayrışmış bir toplumda milli kültür politikası oluşturmak mümkün değil. Hatırlayın, iktidar “Siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz” demişti. Siyasi rekabet içinde olan hiçbir kesim de edemedi zaten. Bizdeki milliyetçilikte de durum öyle. Mesela 'Türk milliyetçisi' olarak tanımlıyorlar kendilerini. Madem Türk milliyetçisisiniz, neden milyonlarca Arap'ı Türkiye'ye dolduruyorsunuz? Yani milliyetçiliğin bile bir anlamı yok artık.
"TÜRKİYENİN BİR KÜLTÜR POLİTİKASI OLMASI MÜMKÜN DEĞİL. MİLLİYETÇİ OLMASI HİÇ MÜMKÜN DEĞİL"
O yüzden bu kadar ayrışmış ve kendi içinde kavgalı, dünyada yerini bulamamış ve dünyadaki yerini ararken, kim olduğunu anlatmakta zorluk çeken bir toplumun kültür politikası olmaz, olamaz. Eski Türk milliyetçileri Türk'ün dünyadaki saygın yerini saptamak için çalışırlardı. Bugünün milliyetçisi, Türkiye'de muhtaç kesimleri devletin kanadı altına sokup korumak kollamak için bir ideoloji haline dönüştürüldü. Ulusal sınırlar dışında hiçbir etkisi olmayan bir ideoloji haline geldi. Şimdi bu ülkenin de kurucu ideolojisi milliyetçilikse, yani ulus oluşturma projesi milliyetçilikse, o dönemle kapandı. O yüzden bir kültür politikası olması mümkün değil. Milliyetçi bile olması mümkün değil."