Yiğit Güralp
Yaratıcı Yapımcı, Yazar

Yaşayan bir efsaneden: Rocketman

ABONE OL

Tüm sanat dalları içinde sinema hem endüstri ile en içli dışlı olanı hem de yeryüzündeki tüm sanat dalları içinde en bebek olanı. Resim, müzik, edebiyat gibi sanat dalları yüzlerce yıllık geçmişe sahipken, tüm bunlardan bir arada yararlanan sinemanın ise 124 yıllık bir geçmişi var. Bu süre insan ömrü için uzun ama insanlık tarihi için hayli kısa bir zaman. Bu kısa zaman dilimi içinde ticari ve klasik hikaye anlatım biçiminin ortalama seyirciyi sonsuza dek doyuracağı aşikar. Fakat çok sayıda film izleyen ve sinemaları asıl ayakta tutan kitle olan sinefilleri mevcut kurgu yöntemleri ile tatmin etmek her geçen gün zorlaşıyor. Senaryoda ne tür ters köşeler yapsanız da iyi bir seyirci finali daima çözebiliyor. Filmlerden her geçen gün daha az zevk alıyor. Sinemanın özünde bir çadır gösterisi olduğunu unutan ve hep gerçekliği, fantazyada ise hep daha fazlasını isteyen bu seyirci profili ile baş edemeyen endüstri 90lardan itibaren, daha öncesinde de pek çok örneği denenmiş bir tür olan “gerçek hikayelerden uyarlanan” filmleri, günün teknolojisiyle, daha büyük imkanlarla ele alarak yeni bir ilgi alanı oluşturdular. Her tür kurguya “bence çok saçma” demeyi alışkanlık haline getirmiş seyirci için, gerçek hayattan uyarlanan hikayelerde “yaşamış işte insanlar bunları, nesi saçma?” duygusu açıkça bir mantık savıcı unsur olarak sektörde her geçen yıl yükselerek hakimiyet alanını ilan etti. Benim de “Ayla” ile Türkiye’de ana akım sinemada yeni ve büyük bir sayfa açtığım bu tür, dünyada bizden de farklı ve çok önde olarak teknolojinin üstünlüğünü de yapım ve gerçekleştirebilme gücüne dahil ederek her geçen yıl sayısız güzel örnek vermeye devam ediyor. Biyografi filmleri de bu türün içinde önemli bir yer tutuyor. Genelde hayata veda etmiş önemli isimlerin hikayelerine yer veren Hollywood bu defa yaşayan bir efsane olan Elton John’ın hikayesini, adeta kendisinin ömrünü uzatacak biçimde büyülü bir atmosfer içinde anlatıyor. Duyurulduğu günden bu yana bir Taron Egerton hayranı olarak heyecanla beklediğim Rocketman müzikle dolu tertemiz bir biyografi filmi. Elton John ve Taron Egerton son olarak 2017’de “Kingsman The Golden Circle”da birlikte rol almışlardı. O filmde Elton John bizzat kendini canlandırıyordu. Bu defa rol arkadaşı Taron Egerton’un kendisini canlandırması her ikisi için de hayli özel bir tecrübeli olmalı. Filmin iki çocuk yıldızı da hayran olunacak ölçüde mükemmel bir iş çıkarmışlar. Her iki çocuğun hem bir birlerine, hem de Taron Egerton’a benzerliği, üstelik ikisinin de şarkı söyleyip dans edebilmeleri harikulade. Hollywood’un gerçekleştirebilme gücü bu benzerlikleri bile en iyi biçimde yerine getirebilmekten geçiyor. Bize izledikçe sıradan gelen bu detaylar bir film yapım sürecinde bulunanların bileceği ve ne dediğimi çok iyi anlayacağı üzere öyle zor detaylar ki. Filmleri bu detaylarıyla izleyince, hikayeden ziyade bu hünerlere kapılıp izlemek ve daha farklı tatlar almak mümkün. İşin bir de ders alınması gereken etik tarafı var. Eğer o iki çocuğu bulamazlarsa zaten o filmi yapmıyorlar. “Bu defa bu kadar oldu, yayında toplar, izleyiciye yediririz” ahlaksızlığına sahip değiller. Film büyülü müzikal sekanslarla dolu. Hollywood’da teknik anlamda bu hüner de öyle bir boyuta geldi ki, filmi izlerken Steven Spielberg’in önümüzdeki günlerde motor diyeceği “Batı Yakası Hikayesi”nde neler neler yapacağını hayal ettim, şimdiden sabırsızlandım. Gerçekten de bu prodüksiyon kalitesi ve becerisiyle, müthiş setlerde, göz alıcı sekans planlarla tasarlanmış müzikaller izlemek çok heyecan veriyor. Film tıpkı “Ray” filmi gibi John’ın tüm hayatına değil, bir bölümüne, yani çocukluğuna, ailesine, kariyerindeki yükselişine ve bağımlılık sorunlarına odaklanarak, orta yaşına kadarki bölümü duygusu son derece yüksek sahnelerle anlatıyor. Özellikle ailesiyle olan sahnelerde ve yalnızlığın delirtici boyutunda gezindiği sahnelerde gözlerinizin dolmasına engel olamıyorsunuz. Anne ve büyük anne oyuncu seçimlerinin, filmin derinliğini hafiflettiğini, rollerini ele alma biçimlerinin de karikatürize bir tat verdiğini hissettim. Bu eğlenceli ve hiperaktif bir kişilik olan Elton John’ın hikayenin ele alınışıyla ilgili bir bakış açısı da olabilir. Ancak baba ve menajer sevgiliyle yaşanan çatışmaların çarpıcılığı filmin duygusal bölümlerini çarpıcı biçimde ayakta tutuyor. Film sizi ayağa kaldırmak istediğinde ise “Crocodile Rock” performans sahnesi gibi sahnelerde bunu her anlamda beceriyor. Taron Egerton her filminde bana kendini arkadaşım gibi hissettiriyor, Shia LaBouf’dan sonra genç jenerasyondan bir yıldızım daha var sayesinde. Elton John’ın bir futbol kulübünün sahibi olduğunu, hatta Erman Toroğlu ve Şansal Büyüka ile de sıkı bir dostluğu olduğu pek bilinmez. Filmde buna hiç değinilmiyor, Elton’ı sadece bir espri olarak topa kafa atarken görüyoruz. Elton John’ın 4. ligden aldığı mahalle takımı Watford’u 1. lige taşıdığı ve efsane başkan olarak geçirdiği yılları anlatan bir filmi de bir gün mutlaka izleyeceğimize hiç şüphem yok. Filmi “Bohemian Rhapsody” ile kıyaslayan çok fazla insan var ama bence ikisi de ayrı tonda filmler. Her şeyden önce “Rocketman” müzikal anlatımı daha ön planda tutan, Elton John’ın karakterine uygun olarak neşe ve hüznü bir arada yürüten bir film. Sevgili dostum Harun Kolçak’ın bu filmi izleyebilmiş olmasını çok isterdim. Sinemaseverler yaz ayları rehavetine kapılıp halen vizyondayken bu şık biyografiyi ıskalamasınlar derim.

twitter takip