Yiğit Güralp
Yaratıcı Yapımcı, Yazar

Çok eğlenceli, bir o kadar da sıkı bir medya eleştirisi

ABONE OL

Baştan peşin peşin itiraf ediyorum, o kötü afişleri gördüğümde bu kadar eğlenceli bir film beklemeyi ummuyordum. Bu son film bizi eğlenceye doyurdu, bundan da çok mutluyum çünkü “Örümcek Adam” çizgi romanları her şeyden önce eğlencelidir. 2000lerdeki Sam Raimi’nin üçlemesi çizgi roman atmosferini yakalamayı becerebilen bir üçlemeydi. İçinde Raimi’nin sinemaya genel yaklaşımı da olan absürt tonlarda dokunuşlar da vardı. Ama aynı ölçüde filmin sertlik dozu da iyi dengelenmişti. Özellikle ikinci film hepimizin damağında unutulmaz bir tat bıraktı. 2010larda gelen Andrew Garfield ve Emma Stone’lu yeni serinin ise, bu harikulade kadroya rağmen iki ölümcül hatası vardı. İlki; daha birkaç yıl önce anlatılmış klasik hikayeyi en baştan tekrar anlatmaya soyunmasıydı. Bu; seyirciye tam olarak “yorganımda kene var, kopar kopar gene var” hissi veriyordu. İkincisi de; eğlence dozunu kısarak, hikayesini sert ve ciddi bir tonda anlatmayı denemesiydi. Daha ilk filmi izlediğimde bu seri yürümez demiştim. 1980’lerde Superman 3’ün düştüğü sulu zırtlaklık hatasını da filmin açılış sekansına katan ikinci film ile seri erkenden son buldu. Bu yüzden geçtiğimiz kış vizyona giren ve ülkemizde nedense ilgi görmeyen “Örümcek Adam” animasyonu “Into The Spider-Verse” hem eğlenceyi hem de yepyeni bir “Örümcek” Adam evrenini bize sunduğu için hepimizin baş tacı oldu. İşte 2017’de başlayan Tom Holland’lı yeni seri de yeninin izinden giden bir hikaye. Çizgi roman filmlerini izleyen seyircilerin önemli bir bölümü bunların bir tür edebiyat uyarlaması olduğu gerçeğini atlıyor. Bunların hepsi çizgi romanların trendlerini takip eden filmler. Yani sizin belki hoşunuza gitmeyen kimi öykü ya da karakter değişimleri ilk önce çağa uygun olarak kitaplarda başlıyor. Kitaplarda yeni evrenler, yeni hikayeler anlatıldığı için filmler de bunları anlatıyor. “Örümcek Adam” dergilerinin de kendi içlerinde birbirine bağlı ya da birbirinden tamamen ayrı devam eden farklı serileri var. Örneğin birkaç yıldır devam eden bir seride Doktor Ahtapot, Örümcek Adam’ı öldürüyor ve onun vücudunda yaşamına devam ediyor. Gelecek yıllarda bu seriler de apayrı filmlerle mutlaka seyirciyle buluşacaktır. Yeni seri, Peter Parker’ın yeni yetme yıllarında, Nick Fury tarafından keşfedilip, Avengers için daha genç bir takımda eğitim aldığı dergilerin bir uyarlaması. İlk filmde Avengers’a hızlı bir katılım düşünülerek orijinal kitaptan bir parça değişiklikle, Parker’ı keşfeden kişi milyarder Tony Stark olmuştu. Çünkü Nick Fury her önüne geleni takıma kabul edecek bir karakter değil. Bu yeni bölümde ise artık Nick Fury direksiyona geçiyor. Ve tatlı sert tavrıyla Peter’ı sınıfa kabul etse de ona ön yargıyla ve temkinli yaklaşan otorite olarak konumlanıyor. Nick Fury’nin Samuel L. Jackson ile özdeşleşen karakteri her Marvel filminde artık git gide Yeşilçam’ın Hulusi Kentmen’ini andırmaya başladı. Bazen sert çıkıyor ama sonunda tonton ve tatlı tatlı baş role arka çıkıyor. Seviyoruz:) Yeşilçam nasıl ki 1960larda Belgin Doruk, Ayhan Işık ve Sadri Alışık’lı “Küçük Hanım” serisini, “tedbil-i mekanda ferahlık var” diyerek İstanbul’dan Avrupa kentlerine taşıyan bir film yaptıysa, Hollywood’da artık süper kahramanlarını dünyanın farklı kentlerinde kapışmalara taşıyan öykülere yönelmeye başladı. “Black Panther” ya da “Aquaman”de de bunun başka güzel örneklerini izlemiştik. Bu bölümde de Peter Parker zorlu “Avengers:Endgame” savaşından sonraki mental ve fiziki yorgunluğunu, sıradan bir liseli gibi, hoşlandığı kız ve sınıf arkadaşlarıyla bir okul gezisine çıkarak atmayı planlıyor. Fakat elbette işler öyle ilerlemiyor. Bu noktadan itibaren “Avengers Endgame”i henüz izlemeyenler varsa ve sürprizleri bozmak istemiyorlarsa yazının kalan kısmını okumasınlar ve “Örümcek Adam”ın bu yeni macerasını “Avengers Endgame”i izlemeden seyretmesinler. Keza film, “Avengers Endgame”in sona erdiği yerden itibaren başlıyor ve o filmdeki olaylara sürekli olarak atıfta bulunuyor. “Avengers: Endgame” vizyona girdiğinde final filmine ertelenen merak unsurunun, seyirciyi tatmin edememe riskinden bahsetmiştim.“Senaryoda Ölüm Kalım Meselesi” başlıklı o yazıyı şu linkle okuyabilirsiniz. SENARYODA ÖLÜM KALIM MESELESİ! “Avengers: Endgame” çoğu insan için tatmin edici bir epik final olarak değerlendirilirken kimileri de, yazımda dikkati çektiğim tatminsizliği yaşadı ve finalde zaman yolculuğuyla ölenlerin geri gelmesini bu seri için yavan ve saçma buldular. “Spider-Man: Far From Home” tam da bu noktada bir artı puan daha topluyor ve “Avengers:End Game”de olan olaylar ve sonuçlarıyla, filmin daha jeneriğinden itibaren, harikulade biçimde kafa bulup, dalgasını geçiyor. Marvel Dünyasının öyle büyük bir özgüveni var ki, kendiyle dalga geçmesi gerektiği zaman bunu en sıkı şekilde yapıyor. Bu da markanın ayakta kalmasının ve bu kadar sevilmesinin en büyük nedenlerinden biri. Sonuçta Mart ve Temmuz 2019 arasında sadece 5 ayda “Captain Marvel” ile başlayan, “Avengers: Endgame” ile süren ve “Spider-Man: Far From Home” ile devam eden üç dev prodüksiyon izledik. Bu başlı başına çok büyük bir başarı. Marvel’ın başarısının sırlarını kaleme aldığım yazıyı da şu linkte okuyabilirsiniz. MARKA YÖNETİMİNDE MARVEL OL! Stan Lee’nin yarattığı “Örümcek Adam”ın onlarca yıldır ayakta duran hikaye başarısının en önemli püf noktalarından biri, Peter Parker’ın bizim gibi sıradan bir hayat sürerken başına gelenleri anlatıyor oluşudur. Bu son filmde, Peter Parker o kadar toy ve o kadar sıradan ve basit ergenlik hadiseleri yaşamak isterken başına öyle devasa olaylar geliyor ki, aradaki makasın en açık olduğu filmin bu olması da bu bölümü diğerlerinden daha iyi bir yere konumluyor. 30 yaşlarında bir Peter Parker’ın, Manhattan’da Tony Stark teknolojisine sahip olmasında makas bu kadar açık olmazdı ama 16 yaşında Alp Dağlarında turlarken sahip olunca hikayenin eğlence dozu daha da artıyor. Jake Gyllenhaal’ın çok sade bir oyunculukla hiç de zorlanmadan başarıyla canlandırdığı, Mysterio’nun filmde yarattığı illüzyon numaraları ise özünde çok sıkı bir medya eleştirisi. Klasik medyanın ve günümüzde onun yerini alan sosyal medyanın, bizi görmemizi istediği şeylere yönlendirmesi, inandırmak istediği şeylere inandırıp, işlerine gelmeyen her şeyi silip yokmuş gibi davranması, olayları olduğundan daha büyük ya da daha küçük gösterebilme gücüne sahip olması, gerekirse hedef saptırması ve olmayan şeyleri bile varmış gibi gösterip kurgulaması, sahte kahramanlar yaratıp, onlara destek toplayıp, gerçek kahramanlara saldırıp gerektiğinde onları itibarsızlaştırması, yani kısacası manipüle ve yönlendirme gücünün ne kadar tehlikeli olduğu bu hikayeden daha şık ve etkili biçimde anlatılamazdı. Bu anlamda film ilk bakışta ne kadar gençler için yapılmış bir popcorn film gibi görünse de, alt metni gayet dolu bir film. Ve bunu kör parmağım gözüne bir biçimde yapmaması da sanatsal açıdan büyük bir başarı. Film bittikten sonra iki ayrı sahne daha var. Bunlardan ilki de gelecek filmde, medya eleştirisini, klasik “Örümcek Adam” maceralarında görmeye alıştığımız bir çatışmaya taşıyacağının da sinyalini veriyor. Diğer ekstra sahne ise filmdeki bir iki mantık hatasını tamamlıyor. Filmin ilk yarısındaki olaylara ayırdığı uzunca zamanı; Mysterio’nun, örümceği haşat ettiği sekansa da ayırmasını, bu bölümün daha uzun olmasını ya da bu kapışmalardan birkaç tane daha izlemeyi isterdim. Çünkü sinemada zaman-mekan-kişi kavramlarını alt üst eden böyle şık numaraları “Inception” ve “Doctor Strange”den bu yana pek sık göremiyoruz. Peter işin sırrını biraz hızlıca çözdü ve rakibini tek seferde alt etti. Filmde beni rahatsız eden tek şey, İtalya’nın yüzlerce yıllık tarihi eserlerinin bir kuru gürültülü kavgada yıkılması oldu. New York yıkıldığında çok da umursamayıp bu alt tarafı bir film diyebiliyorum ama dünya kültürüne ait değerlerin film icabı da olsa yıkıma uğramasını pek içime sindiremedim. İstanbul kadarcık Hollanda’nın yine medeniyet ölçüsünde Amerika’nın bile taktirini kazanması ise güzeldi. Mysterio’nun sırrının ortaya çıktığı sahnede duyduğumuz “Power To The People” parçası, tüm soundtrack içinde pırıl pırıl parlıyor. Müzikler konusunda Michael Giacchino mükemmel bir iş çıkarmış. Özellikle “Power To The People”ı önümüzdeki aylarda tv programlarının jeneriklerinde sıkça duyarız. Benden söylemesi, sizden seyretmesi. Bu sıcaklarda buz gibi sinema kliması ve çok eğlenceli bu film eminim iyi gelecektir. Herkese iyi seyirler.

twitter takip