Tuluhan Tekelioğlu 'Güç Sensin' belgeselini anlattı: Hep birlikte kelebek etkisiyle gücü ve cesareti bulaştırıyoruz. Önce kadınlarla başladık buna, şimdi de gençleri kattık

Tuluhan+Tekelio%C4%9Flu+%E2%80%99G%C3%BC%C3%A7+Sensin%E2%80%99+belgeselini+anlatt%C4%B1:+Hep+birlikte+kelebek+etkisiyle+g%C3%BCc%C3%BC+ve+cesareti+bula%C5%9Ft%C4%B1r%C4%B1yoruz.+%C3%96nce+kad%C4%B1nlarla+ba%C5%9Flad%C4%B1k+buna,+%C5%9Fimdi+de+gen%C3%A7leri+katt%C4%B1k
ABONE OL
Gazeteci ve belgesel yapımcısı Tuluhan Tekelioğlu, yedinci belgeseli "Güç Sensin"i 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nın 100. yılında izleyiciyle buluşturdu. Eti'nin sponsor olduğu "Güç Sensin", hayal kuran ve hayallerini gerçekleştirmek için azimle çalışarak büyük başarılar elde eden 8 gencin hikayesini anlatıyor. Bu 8 gencin yalnızca bir sembol olduğunu belirten Tekelioğlu, Türkiye'de desteklenmeyi ve değer verilmeyi bekleyen çok sayıda gencimiz olduğunu da vurguluyor. Şimdilik belli noktalarda gösterimi yapılan belgeseli, 2019'ün eylül ayından itibaren beyazperde de göstermek istediğini söyleyen Tekelioğlu, aynı zamanda festival yolculuğunun olacağının da müjdesini verdi. Türkiye'nin farklı illerinde yaşayan bu 8 başarılı ve özel gencin hikâyesinin anlatıldığı belgeselin hazırlık aşamalarını Medyakoridoru'na anlatan başarılı belgeselci, kendisinin de hedef gösterildiği SETA'nın gazetecileri fişleyen utanç raporuyla ilgili de konuştu. “Güç Sensin” yedinci belgeselin. Hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldi? Bir ara artık 'sponsor çıkmayacak mı' diye hüsrana uğramıştım. Çünkü genelde birde bir tutardı, ilk görüşmeye gittiğim kurum sponsor olurdu ama 2017’nin sonundan itibaren bir buçuk yıl boyunca çok ciddi kaynak arayışı içinde oldum ve bir türlü beklediğim sponsor çıkmadı. Yaklaşık 9 kurumla konuştum. Bu çok yıpratıcı bir süreçti. Ne gibi cevaplar aldın, reddetme nedenleri neydi? Aslında önce çok memnuniyetle karşılıyorlar. Bir de 19 Mayıs’ın 100. yılı için dedikten sonra ilgilerini çekiyor ama biliyorsun biz bir dönem 19 Mayıs’ın 100. yılını bile konuşamıyorduk. Bu kadar büyük bir korku vardı aslında. Düşünsene bir milli bayramımızı kutlamaktan kaçınmak korkusu. Önce memnuniyetle görüşmeyi kabul ediyorlar, sonra yaklaşık bir 10 gün sonra arıyorlar ve “Kusura bakmayın, bu yılki bütçelerimiz uygun değil” gibi saçma bir cevap veriyorlardı. 9 kurumun da cevabı böyle mi oldu? Hemen hemen... Bunlardan bazılarını da çekinmeden söyleyebilirim; Finansbank, Saran Holding ve KPMC… Siyasi nedenlerle kabul etmediklerini düşünüyor musun? Zannediyorum öyleydi. Hayır dediler. Koç Holding de dahil buna. Koç Holding’in de mi gerekçesi bütçeydi? Hayır. “19 Mayıs için başka bir projemiz var. Bu yüzden sponsorluğu kabul etmiyoruz” gibi bir cevap geldi Koç Holding’ten. Ama inat çok önemli bir duygu galiba. Sende de bu fazlasıyla var galiba… Sana şunu söyleyeyim, eğer sponsor bulamasaydım, bir dayanışma gecesi düzenleyip, bir önceki belgeselim olan “Yapabilirsin”i gösterip, iş insanları, sanatçılar, tanıdıklarımız, dostlarımız, gerekli olan bütçeyi belki internete de açıp halktan da destek isteyerek çekecektim. Çünkü çok inandığım bir belgeseldi bu. Buna gerek kalmadığı için çok mutluyum. Yılbaşından 3 gün önce ETİ’den bir telefon geldi. Onlarla da ekim ayında görüşmeye başlamıştım aslında ve uzamıştı. Uzadıkça da benim moralim çok bozuluyordu. 28 Aralık tarihinde beni aradılar ve kabul ettiklerini söylediler. Havaya uçmuştum sevinçten. Ocak ayının ikinci haftasında da çekimlere başladık. Zaten kahramanlarımızla daha önce konuşmuştum, gençler benden haber bekliyorlardı. Peki bu gençlere nasıl ulaştın? Bu algıda seçicilikle başlıyor aslında. “Yapabilirsin” belgeselini çektikten hemen sonra onları aramaya çıkmıştım zaten. Gazetecilik refleksi de bunda çok etkili elbette. Örneğin, bir dünya şampiyonu gördüğünde hemen onu araştırmaya başlıyorsun. Bu çocuk kim, neler yapmış, karakteri, ışığı, kameradaki görüntüsü nasıl... 8 çocuk var değil mi belgeselde? Evet 8 çocuk var ama yaklaşık 20 çocuğu mimlemiştim. Zamanla elendiler. Aslında 9 çocukla konuştum. O gençlerden biri olan Zafer Elçik, otistik kardeşinin sosyal hayata adapte olabilmesi için Otsimo diye bir yazılım geliştirmiş. Apple destek olmuş. Tam onunla bu projeyi gerçekleştirecektik ki Zafer’e Turkcell destek verdi ve benim telefonlarıma çıkmadı. (Gülüyor.) Zafer de böyle elenmiş oldu. Kaç yaşındaydı Zafer? 21 yaşında ODTÜ’lü bir genç. Telefonlarıma çıkmayınca Turkcell’in projesi olarak ortaya çıktı. O da çok güzel bir başarı tabii, bravo. En azından bir dönüş yapsaymış keşke… Keşke. (Gülüyor) Ama seçtiğim çocukların içgüdülerimde hissettiğim çocuklar olduğu ortaya çıktı. İçgüdülerime çok güveniyorum. Hepsi son derece doğallar, yaşlarının gençleri. Galaya geldiklerinde bile seçtikleri kıyafetler, kızların çok fazla makyaj yapmaması gerçekten doğru kişilere gittiğimin bir göstergesi oldu. Aileleriyle çok dost olduk. Onlarla ilk temasım kolay olmadı. Çünkü beni sorguladılar. Kim olduğumu araştırdılar. Mesela “Yapabilirsin” kadınlarında gelmeyen soru önce gençlerden geldi. Ancak sonrasında harika bir şey çıktı ortaya ve her biri galada vardı. Onların aileleriyle o duygusal anlarını görmek çok mutlu etti. Bir WhatsApp grubu bile kurduk. Oğlum Ömer’den sonra 8 çocuğum daha oldu. Çok mutluyum. Belgeselde yer alan Darüşşafakalı gencimiz Şeyhmus’un mezuniyet törenine gittim geçenlerde. Diplomasını benden aldı. Acayip duygulandım. Gönül bağı kurduk aslında bir yönüyle o gençlerle ve o bağ beni daha fazla besliyor. Tam da onu soracaktım aslında… Sektörde azımsanamayacak bir tecrübeye sahipsin ve işsiz bırakılan gezetecilerden birisin. Kendini ön plana çıkaracak işler yapmak yerine topluma faydalı olacak işlerle ilgileniyorsun. Seni bu alana iten şey neydi? Bu çocukluğumdan beri böyleydi aslında. Hep çok meraklı bir çocuktum ve tutkumdu gazetecilik. Ama hiçbir zaman bir şöhret kapısı olmadı. Gazeteciliği bir araç olarak gördüm. Bizim çok önemli bir vicdani ve kamuoyu sorumluluğumuz var. Boşuna o sarı basın kartı bize verilmiyor. Her zaman bu sorumluluk bilinciyle hareket ettim. İlk kırılma noktam da 1997 yılında oldu. O dönem Hürriyet gazetesinde çalışıyordum. Yine gönüllü olarak Kenya Kakuma mülteci kampına gitmiştim. Daha 26 yaşındaydım ve orada nelerin yaşandığına bizzat tanık olmak insana dair her şeyin var olabileceğini gösterdi bana. Daha o yaşlarda insanın ne kadar acımasız, ne kadar tehlikeli, ne kadar korunmasız olabileceğini fark ettim. O günden sonra da hayatımda yapacağım her şey mutlaka insana dokunmalı dedim. Bu da beni çok mutlu ediyor açıkçası. Zor şartlarda üretiyorsun üstelik… Hiçbir zaman kolaya gitmedim. Bir de Türkiye’de mesleğimizin en zor dönemlerini görmek ikinci bir kırılma noktası oldu hayatımda. Ben bu dönemi 2001 krizinde yaşamıştım. Hürriyet’te muhabirdim ve orada şunu gördüm; sürmanşetler çıkaran bir gazeteciyim ama 2001 krizinde ilk olarak kadınlardan taviz verildi. Onlardan biri de bendim. O zaman gördüm ki bizim medya son derece erkek egemen. Başarılı olman hiç önemli değil. İlk problemli dönemde, ilk olarak kadınlar işten atılıyor. Bunu da gördükten sonra 'Tutkuyla sevdiğim bu meslekte bağımsız olmalıyım, hiçbir kurumun insanı olmamalıyım, sadece mesleğime bağımlı olmalıyım’ dedim. Özgür hissediyor musun? Çok özgürüm. 2013 yılındaki Gezi olaylarında birçok gazeteci tasfiye edildi ve onlar benim geçmişte hissettiklerimi o zaman hissettiler. Ben bunu çok önce yaşamıştım ve çok önce bu kararı almıştım. Beni çok etkilemedi o yüzden. O nedenle çok kolay mecramı değiştirdim. Belgeselciliği ön plana aldım. O da benim için bir gazetecilik. Çünkü belgeselcilik aracılığıyla yine milyonlarla temas ediyorum. Daha geçen gün “Yapabilirsin” belgeseli için Mersin’de 1000 kadındık. Kendine değer verilmeyi bekleyen o 1000 kadınla çok güzel bir buluşma oldu. Bugün burada başka bir şey yapıyorum gibi geliyor artık bana. Hep birlikte kelebek etkisiyle gücü ve cesareti bulaştırıyoruz. Önce kadınlarla başladık bunu yapmaya, şimdi gençleri de kattık. Zaten toplumun lokomotifi kadınlar ve gençler. “Güç Sensin” belgeseliyle ilgili hem gençlerden hem de ailelerden nasıl tepkiler alıyorsun? Çok gülüyorlar gençler. Çünkü belgeselin içinde onların yaptıkları şakalar da var, onların dünyasına girdik. Onların söylemleri ve jargonlarına yer verdik. Aileler de çok etkileniyor. Arkadaşımın oğlu galada annesine “Bu filmi izlerken çok işe yaramaz olduğumu hissettim” demiş mesela. Bazı gençlerde ‘bir şeyler yapmalıyım’ güdüsünü tetikliyor anladığım kadarıyla. Benim de arzum insanlarda değişimi tetiklemesiydi. Bir de kendinle ilgili bir yüzleşme ve sorgulamaya da başlıyorsun. Bunu başarabilmiş olmak çok güzel. Filmimizde 8 genç var ama onların sayısı 8 değil tabii ki. Onlar birer sembol. Çocukların her biri Türkiye’nin farklı illerinde ve bir yönüyle o bölgeleri de gösteriyorsun bizlere. Hiç zorluklarla karşılaştın mı çekim yaparken ya da gençlere ulaşırken? Kolay değildi elbette. Ben muhalif bir karakterim. Kutuplaşmanın çok net olduğu bir ülkede bu belgeseli çekip ailelerin içine girmek kolay değil. Ama siyaset üstü bir belgesel çektiğim için ilginç anlar da yaşadım. Mesela Konya’da Kelebekler Vadisi’nde çekim yapmak istedim. Orada çekim yapmak için de izin almak lazım. İzni bizzat Selçuklu Belediye Başkanı’nı arayarak aldım. Bizi çiçeklerle karşıladılar, çiçeklerle yolladılar. Bu genç kızımızın Konya’da yaşadığından onları haberdar ettiğimiz için bize teşekkür ettiler. Ekim ayında kocaman bir kongre merkezinde “Güç Sensin”i birlikte izleyeceğiz. Bu film toplumsal birleşmeyi sağladı. Bu arada sponsorunuz ETİ de bir gençlik ödülleri başlatıyor sanırım. Detayları nedir? Sponsorumuz bize gerçekten çok destek oldu ve bu filmden etkilenerek ilk olarak bu yıl belgeseldeki gençleri destekleyecek, ardından da gençlik ödülleri başlatacak. Adı nedir? “Genç Sensin, Güç Sensin…” Her yıl Türkiye’den ilham veren 16 genci destekleyecekler. O gençleri de Toplum Gönüllüleri Vakfı kanalıyla bulacaklar. Yani o çocukların başarılarını gösterebilecekleri bir başvuru mercii olacak Eti… Bu belgeseli beyazperde de göstermeyi hedefliyor musun? Bunu çok arzu ediyorum. Dileğim, sinemalarda bir belgeselin de gösterilmesi. Bu yüzden dağıtımcılarla da temas kurmak istiyorum. Bu konuda destek istiyorum açıkçası. Festival yolculuğumuz da olacak bu arada. Altın Portakal’a başvuracağız. Türkiye’deki gençleri biraz dünya da görsün istiyorum. Dünya festivallerine de filmi göndereceğim. Kitabı gelecek mi peki? Elbette. Bir önceki belgeselim “Yapabilirsin”in kitabı 10. baskıda şu an. “Güç Sensin”in ise eylüldeki vizyon öncesi kitabını yazacağım. Son olarak hükümete yakınlığıyla bilinen, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlığıyla gazetecileri fişleyen bir rapor yayınladı ve büyük tepki gördü. Bu raporda senin de adın geçiyor. Ne diyeceksin? SETA’nın fişleme raporu, tarihin kara lekelerinden biri olarak ilerde İletişim Fakülteleri’nde okutulacaktır. En çok İletişim Fakültesi öğrencilerine üzülüyorum. Gazeteciliğin yok edildiği bir ülkede nasıl gazetecilik yapacaklar? Gerçekleri yazmakla yükümlü olan gazetecilerin fişlendiği, işsiz bırakıldığı veya “Ya bizdensin ya bertaraf olursun” zihniyetiyle korkutulduğu bir medya düzenini bu ülke hiçbir zaman yaşamadı. Bu da demokrasinin Türkiye’de geldiği durumu özetliyor. Bu rapor gerçek gazetecilere göz dağı vermek, korkutmak, fişlemek amacıyla yazılmış. Kendilerinden farklı düşünen, fikrini söyleme cesareti gösteren her kim varsa, gazeteci, yazar, oyuncu, sinemacı, şair, müzisyen, hepsi bir kara listenin isimleri haline geldi ne yazık ki...
twitter takip