Öğretim Görevlisi Pınar Karahan: Üniversitelerin her bölümünde iletişim dersleri artırılmalı

%C3%96%C4%9Fretim+G%C3%B6revlisi+P%C4%B1nar+Karahan:+%C3%BCniversitelerin+her+b%C3%B6l%C3%BCm%C3%BCnde+ileti%C5%9Fim+dersleri+art%C4%B1r%C4%B1lmal%C4%B1
ABONE OL

İletişimci ve Öğretim Görevlisi Pınar Karahan, Medyakoridoru'nun sorularını yanıtladı...

İletişimin neredeyse her alanında çalışan, adını sık sık duyduğumuz biri Öğretim Görevlisi Pınar Karahan. Üniversitelerde iletişim dersleri veren, milliyet.com.tr’de ‘257. Cadde’ köşesinden kültür sanat yazılarına devam eden ve danışmanlık yapan Karahan, “Geçen yıl Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencilerine ‘Sosyal Medyada Habercilik’ dersi anlattım. Günümüzde habercilik ciddi anlamda dijital medyada ilerlerken mesleğe başlamaya son adımları kalan öğrencilere bunu anlatmak beni üzdü. Sonra ‘Neden gazetecilik okuyanlar gazeteci olamıyor?’ diye soruyorlar mesela… Fakültelerde hâlâ son ana kadar piramit tekniğiyle haber yazımı anlatılıyor. Ben bunu ilk müdürüme söylediğimde ‘Ya bir an önce 300 vuruşa sığacak şekilde yaz da hangi teknikle yazarsan yaz’ demişti. Teorik ve pratikte uçurumlar var anlayacağınız. Bunlar düzelmeden bir adım öteye gitmez meslek” diyor. Karahan, ayrıca bölümü ister tıp, ister hukuk, ister öğretmenlik olsun üniversitelerin her bölümünde iletişim derslerinin artırılması gerektiğini belirtiyor. 

Henüz üniversite öğrencisiyken gazetecilik mesleğine başlayanlardansın. Nasıl bir dönemdi? Bildiğim kadarıyla çok farklı bölümler okumuşsun çünkü…

Evet :) Ben hayatımın hiçbir zamanında tek bir eğitimle sınırlı kalamadım ve tek işte çalışamadım. Ancak bir şekilde dağınıklık içinde kendi düzenini oluşturabilen biriyim. Ailem Alanya’da olduğu için iş imkânı açısından ya turizm yapacaktım ya da bankacı olacaktım. İktisat okuyup yazları bankada çalıştım. 2. sınıftayken Halkla İlişkiler okuyan arkadaşlarım dergi çıkardı. Ben de liseden beri şiir yazarım ama pek kimsenin haberi yoktur. Israr ettiler bir sayfada şiirimi yayınladılar. Hâlâ o sayfaya bakar gülerim. Çünkü Cahit Sıtkı Tarancı etkisiyle o dönemler ölüm üzerine çok karalıyordum. Onlar da şiiri akan bir görüntüyle sonbahar yaprakları üzerine koymuşlar. Benim dönüm noktam o andır. Sayfada benim yan yana getirdiğim kelimelerin adımla yer alması çok hoşuma gitti.

Bir yazar için ne müthiş duygudur yazdıklarını basılı haliyle görmek…

Kesinlikle öyle. Sonra ben Halkla İlişkileri ikinci bölüm olarak okumaya başladım, arkadaşlarım mezun oldu ve Öğr. Gör. Nafiz Akgün hocama gidip ‘Bu dergiyi ben devam ettirmek istiyorum’ dedim. Tabii sponsor bulmak gerekiyordu. Ben dergi peşine düşmüşken hocam bir gün yanına çağırdı ve ‘Sen seviyorsun yazma işlerini. Hürriyet her üniversitede gönüllü bir muhabir arıyor. Sen yaparsın’ dedi. ‘Ben haber yazmayı bilmiyorum, öğretirseniz yazarım’ dedim. Hocamın ‘O zaman gel üniversitenin basınında çalış, yazdıklarını Hürriyet’e de yollarsın’ demesiyle ben aynı anda iki bölüm okuyan iki işte çalışan biri oldum.

Öğrencilik ders kadar eğlenme zamanıdır aslında. Çok zor olmadı mı?

Hem de nasıl zor oldu anlatamam. Yine de inanılmaz zevk alıyordum. Dersten çıkıp akşam tıp konferansına gidiyordum anlatılanlar inanılmaz geliyordu. Sonra güzel sanatlara gidiyordum tiyatrocularla röportaj yapıyordum. Bilim TV’miz vardı. Tüm meslek yüksekokullarının tanıtım filmini istediler. Ben hocalarımla Isparta’nın ilçelerini dolaşıp filmde asistanlık yaptım. Benim eğlencem de buydu. 

Sonra İstanbul’a taşındın ve Hürriyet’te çalışmaya başladın.

İşte orası hiç kolay olmadı. Ben 1 yıl boyunca gönüllü muhabirlik yaptım. Hatta ilk yolladığım yazıyı Facebook’tan profil fotoğrafımı alıp köşe yazısı gibi koymuşlardı. Görünce havalara uçtum tabii :) Karar vermiştim gazeteci olacaktım. Defalarca İstanbul’a geldim, o zaman Genel Yayın Yönetmenimiz Serdar Devrim’di, ‘Git, başka meslek seç’ dedi. Dinlemedim, ısrar ettim. İlk ‘Tamam başla’ dedikleri gün yine almazlar diye birkaç kıyafetimle gelmiştim İstanbul’a, masama oturdum bir süre sonra kalkıp ‘Ben ev aramaya gidebilir miyim?’ demiştim. O zaman da Hürriyet İkitelli’de 13 katlı binasında düşün yani :)

‘Keşke dinleseydim bu mesleği seçmeseydim’ dedin mi hiç?

Sanırım hiç demedim. Benim en büyük korkum sevmediğim bir işi yapmaktı. Sevmediğim hiçbir ortamda kalamam. Ama seversem beni üzse de kırsa da sinirlenir yine de durma gücünü bulurum kendimde. Ben mesleğine aşık biriyim. Ama meslek beni sevdi mi bilmiyorum. Genelde bana ‘Aa ne cesaret’ diyorlar bu hikâyeyi duyanlar. Benimki sadece mecburiyetti. Severek çalışabileceğim bir hayat istiyordum. Bu yüzden maaşının yerlerde olması, çok yorulmam, gece yarıları eve dönmem pek de umurumda olmadı. Sürekli yeni birileri ile tanışmaya ve kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Gelir gelmez de Marmara Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisansa başladım.

Evet o konuya gelecektim ben de… Çünkü yazdığın tez sektör için çok değerli gerçekten. 5 yıl boyunca uğraştın. 

En sondan başlayarak anlatayım o zaman bu konuyu. Ben şimdilerde çok sevdiğim bazı kurum ve kişilere basın danışmanlığı da yapıyorum. Geçen gün bir muhabire ‘Haberimizi değerlendirirseniz çok sevinirim. Röportaj yapmak isterseniz de yardımcı olmaktan mutluluk duyarım’ gibi bir bülten yolladım. Hemen telefon numarasıyla beraber ‘Detayları konuşalım’ yazan bir cevap geldi. Aradım ve bana dedi ki ‘Sanatçınızın PR’ını çok uygun bir fiyata yapabilirim. Sadece benim köşemde röportaj isterseniz de size indirimli şekilde yaparım’. Bu iletişimde benim zaten o kişiyi temsil eden basın danışmanı olduğumu bile anlayamamış birinden gelen teklifi anlatıyorum. İşte ben 5 yıl boyunca bunları yazdım. Masanın iki tarafında da çalışan biri olarak sektörün koridorlarından çoktan silinen etik kuralları, % 80’i çöpe giden bültenleri… Hem gazetecilerle hem de PR’cılarla röportajlar yaptım. Onların özeleştirilerini de iki taraf için önerileri de tek tek yazdım. Bu meslekleri başka birileri gelip düzeltmeyecek, yüceltmeyecek. Biz ne yaparsak öyle ilerleyecek çünkü.   

İnanılmaz gerçekten bu kadar açık bir şekilde bunu söylemesi, cesaret etmesi…

İşini hâlâ çok dürüstçe yapmaya çalışanlar var onları asla bu konunun içine dâhil edemem ama burada bir sorunlar zinciri var. En kısa haliyle gazeteci önce müdürüne sonra patronuna bağlı. Araştırmacı gazetecilik yapamıyor, istediğini yazamıyor. Geçinecek kadar bile para kazanamıyor. İstemediği haberleri sırf ya patrona yakın ya da müdürü istiyor diye yazmak, yayınlamak zorunda kalıyor veya gazeteye ilan gelsin de ‘İşsiz kalmayayım’ diye düşünüyor. Deli gibi gazetecilik yapmak isteyen birini açlık sınırında yaşatırlarsa o da kendine bir yol bulmaya çalışıyor. PR’cıdan gelen hediyeye de ‘Hayır’ diyemiyor. Sen de biliyorsun sabah Çırağan’da basın toplantısında kahvaltı yapıp çıkışta gazeteye nasıl döneceğini bilemeyen gazeteciler var. Gazetenin ulaştırma servisini çağırsa yeri geliyor çok kullandığı için azar işitiyor yeri geliyor saatlerce kapıda bekliyor. Çünkü 5 kişiye aynı aracı yolluyorlar. Biri Levent’te biri Üsküdar’da. Şaka gibi. Taksiye zaten binemez. Ben bir gün başka bir muhabir arkadaş bizi araçta bekletti diye kızmıştım, şoför ağabeyimiz de ‘Kızma, ay sonu geldi dolmuşa binecek parası bile yoktur mecbur bizi çağırmıştır’ demişti.

Haliyle gazetecinin günün birçok zamanında hıncını alabileceği kişi PR’cı oluyor. Haberini yayınlatmaya çalışan PR’cı gazeteci ne derse desin çıtını çıkartamıyor. PR’cıya baktığında zaten gazeteciden laf yiyor, ajans patronundan baskı yiyor. Müşteriyi kaybetmemek uğruna ‘Her yol mübah’a dönüyor iş. Tabii ki bunların hiçbiri haberi satmayı haklı göstermiyor.
   
Yine de haklı olamazlar yaptıklarında.

Elbette. Ben sadece ortada bir sorun var ve bu sorunu her yönüyle anlamak gerektiğine inanıyorum. En baştan sorunları tek tek ele almak gerekiyor. 

Peki yıllarca araştırdın ve çözüm olarak ne buldun?

Geçen yıl adını vermeyeyim bir üniversiteden 6 Halkla İlişkiler öğrencisi bana geldi. Hocaları ödev vermiş. Gidin sektörden biriyle konuşun, röportaj yapın demiş. Ben yaptığım işleri anlattım anlattım ve bir yerde ‘Akşam röportaj uzadı’ dedim. ‘Nasıl yani, akşam da çalışıyor musunuz?’ dediler. Bizde mesai kavramı hiç olmadığından benim aklımda bir yeri bile yoktu bu sorunun. ‘Gazeteciyken tüm yazılar ofiste yazılmıyor, akşam mutlaka bilgisayar başına geçiyorsun. Araştırıyorsun, bilgi topluyorsun, gerekirse tüm yazıyı da hazırlıyorsun sabaha. Ya da akşam etkinliklerine, basın toplantılarına katılıyorsun. PR yaparken zaten mesai lüksün yok. Müşterin nereye sen oraya. Bir şarkıcıyı temsil ediyorsan ve konsere basın gelecekse senin gitmeme gibi bir şansın olabilir mi?’ dedim. Biri, ‘Ben bir ajansa gireceğim ve sabah 9 akşam 5 çalışacağım diye düşünmüştüm’ dedi. Mesleği bu yüzden seçmiş. Düşünebiliyor musun? 3. sınıfa gelene, hocası bu ödevi verene kadar da araştırmamış hiç. İşte sorunun büyük bir kısmı üniversitede başlıyor. Ne kendi mesleklerini tanıyorlar ne de birlikte çalışacaklarını. Empati kuramıyorlar. Bu işin çözümü, dersleri günümüze uyarlamak ve sektörü tanıyan eğitmenlerin ders vermesini sağlamaktır!

Meslekte ise cezalandırılma ve meslekten men edilme olmalı bence. Örneğin bana alenen köşesini satmaya çalışan kişi bu olay duyulduğu taktirde hiçbir şey olmayacağını bildiği için bu kadar rahat.   

Haklısın. Öğrencilerin bu duruma bakışı nasıl?

Yapılan birçok araştırma öğrencilerin meslek hakkında gerçekleri öğrenmek istediğini, meslek etiği hakkında daha fazla ders almak istediğini ortaya koyuyor. Çünkü bilmedikleri şeyden çok korkuyorlar. Bir şekilde iş bulduklarında hayallerinden çok başka bir dünya ile karşılaştıklarında da bocalama başlıyor. Artık yaş da ilerlemiş, başa dönmek istemiyorlar. Eğer bilirlerse ve bunları bilerek mesleğe başlarlarsa çok daha dayanıklı olurlar. Kendilerini bunlara hazırlarlar. Ben derslerde her sordukları soruya elimden geldiğince açıkça cevap veriyorum bu yüzden.

En çok neyi öğrenmek istiyorlar? 

Hangi derse girersem gireyim öğrenciler sürekli bana ‘Bize haber veya bülten yazmayı öğretir misiniz?’ diyorlar. Bir gazeteci için haber, bir PR’cı için de olmazsa olmaz bülten yazımıdır. Fakat son sınıfa kadar ‘1-2 defa yazmayı denedik sadece’ diyen öğrencilerim oldu. Başka bir örnek, geçen yıl Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencilerine Sosyal Medyada Habercilik dersi anlattım. Günümüzde habercilik ciddi anlamda dijital medyada ilerlerken mesleğe atılmaya son adımları kalan öğrencilere bunu anlatmak beni üzdü. Sonra ‘Neden Gazetecilik okuyanlar Gazeteci olamıyor?’ diye de soruyorlar mesela… Fakültelerde hâlâ ters piramit ve düz piramit tekniğiyle haber yazımı anlatılıyor uzun uzun. Elbette temel anlatılmalı ama bir yerde günümüze de gelmeli. Ben bunu ilk müdürüme söylediğimde ‘Ya bir an önce 300 vuruşa sığacak şekilde yaz da hangi teknikle yazarsan yaz’ demişti. Teorik ve pratikte uçurumlar var anlayacağınız. Bunların bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Ben gazete ziyaretlerine de götürüyorum öğrencilerimi. ‘İstediğinizi sorun’ diyorum. Gazetecilik okuyup gazetedeki departmanları bilmiyorlar. Şimdi bu çocuk magazinci mi olacak istihbaratta mı çalışacak? İkisi bambaşka dünya. Hangisinin kendine uygun olduğunu nereden bilecek? ‘Aman iş olsun da…’ mantığıyla hareket edince de ortaya facialar çıkıyor.  

Sen iletişim derslerinin sadece İletişim Fakültesi öğrencilerine verilmemesi gerektiğini de söylüyorsun…

Bir öğrenci ister tıp, ister hukuk, ister öğretmenlik okusun üniversitelerin her bölümünde iletişim dersleri artırılmalı. Çünkü bugün baktığınızda doktorlar da kendini tanıtmaya, sosyal medyalarını aktif kullanmaya çalışıyor. Röportajlar veriyorlar, programlara konuk oluyorlar, reklamlar alıyorlar. Öyle bir zamana geldik ki hastalar gidecekleri doktorları sosyal medyadan seçiyor. Ne kadar popülerse o kadar hasta tarafından tercih ediliyor. İletişimi profesyonel olarak yürütmek artık herkes için önemli.      

Özellikle hangi dersler olmalı ya da artırılmalı sence?

Benim ilk verdiğim ders Haliç Üniversitesi’nde ‘Medya ve Sektörel Yayıncılık’tı. Bölüm hiç fark etmiyordu. Lojistik sınıfına da Gastronomiye de Bankacılık Bölümüne de verdim dersi. Önce genel bir medyayı tanıyorduk. Sonra herkes kendi sektöründen biriyle röportaj yapıyordu ve o röportajlardan bir dijital dergi yaptırıyorduk. Sınıf kontenjanı 20 kişi ise 20 farklı kişiden sektörü dinlemiş oluyordu öğrenciler ve soru-cevap nasıl yapılır, nasıl yazılır, basıma hazır hale nasıl getirilir öğreniyorlardı. Sonra etik dersi şart. Kendi meslek birliklerini, örgütlerini, kurallarını öğrenmeleri gerekiyor ki yarın meslekte o mesleğe sahip çıkacak bireyler çalışsın. Bu çok büyük eksiklik. En başlarda Medya Okuryazarlığı ile İtibar Yönetimi derslerini sayabilirim. Medya Analizi, Medyada Etkili İletişim, alanına göre mesela sağlık alanındaysa Sağlık Haberciliği, Dijital Medya İletişimi, sonra Vatandaş Gazeteciliği önemli dersler. Bugün yine kadına şiddet olayında olayı kameraya alan kişi tartışma konusu oldu. Orada kadını mı kurtarmalıydı yoksa görüntüleri mi kaydetmeliydi? Sokakta bir anda herkesin başına gelebilir.

Bu kadar iletişimin içinde biri olarak pandemiyi nasıl geçirdin ve geçiriyorsun. Seni ve işlerini nasıl etkiledi?

Ben sokağa çıkma yasağı başlayan Mart ayına kadar çok acayip bir koşuşturma içindeydim. En son üniversitede dersimi bitirip eve döndükten sonra ciddi rahatsızlık geçirdim ve bir aya yakın zor bir süreç yaşadım. Sonrasında da başka rahatsızlıklar oldu ve ben doktor raporuyla sokağa çıkma yasağı varken hastaneye gidip geldim. Bizim için hep tarih kitaplarından okuduklarımızdır ya sokağa çıkma yasağı vs bu yüzden çok ilginç anlardı benim için. Hatta o gün seninle telefonda konuşmuştuk :) Tüm hayatımı sorgulamadım, gerek yoktu buna ama büyük bir minimalizm hareketi başladı içimde. Bu istekli veya isteksiz bir durum da değil. Zamanıymış ki oldu. Pandemi başlamadan 4-5 ay önce iki kediyi sahiplenmem de buna sebep olmuş olabilir. Evimi, eşyalarımı değiştirdim, fazlalıkları attım, ihtiyaçları tamamladım. Bütün işlerimi toparladım. Tüm listelerimi baştan yaptım. İşimle ilgili web sitemi kurdum, sosyal medyalarımı açtım ve toplu e-posta yollamalarım için özel bir yazılım yaptırdım. İşlerimde değişiklik olmadı çünkü üniversite derslerine online devam ediyorduk. Danışmanlık yaptığım kurum ve kişilerle belli gün ve saatlerde toplantılarımız vardı. Yapılacaklar çoktu. Asıl kriz dönemlerinde iletişimin değeri anlaşılıyor çünkü biliyorsun :) 

Bu sırada kedim Pier doğurdu. 3 gün boyunca bir masa altında kedi doğumu yaptırmak bütün diğer her şeyi kenara attırdı bana.   

Gazetecilikte yaşadığın ilginç bir anını anlatır mısın bize…

İlk aklıma gelen ulaştırma konusu oldu :) Ben Hürriyet’te çalışmaya başladığımda habere giderken bizi gazetenin ulaştırma servisinin araçlarının götürüp getirdiğini bilmiyordum. Açıkçası kimse de söylemedi. Bana ‘Boğaziçi Üniversitesi’ne git, öğrenciler eylem yapıyormuş’ diyorlardı. Ben İkitelli’den Boğaziçi Üniversitesi’ne otobüs, minibüs, metro, metrobüs artık ne varsa kullanıp gidip geliyordum. Çok uzun sürüyordu tabii :) Yaklaşık 2 ay sonra internet editörümüz Koray Özgan sordu gidip gelmemin neden bu kadar uzun sürdüğünü. Anlattım ve ‘Neden araç istemiyorsun?’ diyerek şok eden cevabı aldım. Fakat o yollar bana çok şey öğretti :)  

twitter takip