Mezarından sonra Agos Gazetesi önünde! Hrant Dink 13. ölüm yıldönümünde anıldı!

Mezar%C4%B1ndan+sonra+Agos+Gazetesi+%C3%B6n%C3%BCnde%21;+Hrant+Dink+13.+%C3%B6l%C3%BCm+y%C4%B1ld%C3%B6n%C3%BCm%C3%BCnde+an%C4%B1ld%C4%B1%21;
ABONE OL
19 Ocak 2007'de kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi'nin Şişli'deki binası önünde öldürülen gazeteci Hrant Dink ölüm yıl dönümünde mezarı başında anıldı. Balıkçı Ermeni Mezarlığı'nda saat 12:00 sıralarında düzenlenen anma törenine Hrant Dink'in eşi Rakel Dink, oğlu Arat Dink, kardeşi Orhan Dink olmak üzere arkadaşları ve sevenleri katıldı. Dink'in mezarına çiçekler konuldu ve dualar edildi. BİR ANMA TÖRENİ DE AGOS GAZETESİ ÖNÜNDE! Hrant Dink için bir anma töreni de öldürüldüğü yer olan Şişli'deki Agos Gazetesi önünde yapıldı. Dink'in öldürüldüğü saat olan 15:00 sularında başlayan törene katılan sosyal medyadan yaptıkları paylaşımlarla öldürülen gazeteciyi anıyor ve kardeşlik, barış mesajları verdi. "HRANT DİNK KARDEŞLİĞİN SEMBOLÜYDÜ"

Agos gazetesi kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink öldürülüşünün 13. yılında, vurulduğu yerde, Sebat Apartmanı önünde anıldı. Bu yılki konuşmaları insan hakları savunucusu Şebnem Korur Fincancı ve Toplumsal Bellek Platformu'ndan Sertaç Ekinci yaptı.

Agos Gazetesi'nde yer alan habere göre; geniş bir kalabalığın katıldığı anma Hrant Dink'in vurulduğu saat olan 15.00'te başladı. Anmaya CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Ali Şeker, HDP milletvekilleri Erol Katırcıoğlu, Oya Ersoy, Garo Paylan, HDP eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve eski ANAP milletvekili Nesrin Nas'ın yanısıra siyasetçiler ve STK temsilcileri de katıldı.  İlk olarak 1994 yılında öldürülen Yusuf Ekinci'nin oğlu Sertaç Ekinci  konuştu. Ekinci şunları söyledi:  "Hrant Dink'in alçakça aramızdan alındığı o lanetli günün 13. yılında, yine aynı yerde, her gördüğümüzde boğazımızın düğümlendiği kaldırımda bir aradayız. Hrant Dink, bu ülkenin en çok ihtiyacı olan kardeşliğin sembolüydü. Sanırım bizden alınışının en büyük nedeni de buydu. Çünkü, bu ülkenin karanlık kalplilerinin ağızlarından düşürmedikleri birlikten çok, bölünmüşlüğe ihtiyaçları var. Biliyorlar ki, ancak bu şekilde kendi atlarını rahatça oynatırlar. Türkiye halklarının, ezilenlerinin bir araya gelmesi, en büyük korkularıdır. Oysa Hrant bize birbirimizi tekrar sevmeyi ve Anadolu'yu baştan öğretiyordu. Sivas'ın ücra köyünde oturan Türk köylüsünün yıllar sonra oraya geri giden ve orada ölerek gömülen Ermeni kadınının cenazesine sahip çıkmasını anlatarak, Ermeni sorununun başkalarının değil bu ülkenin sorunu olduğunu ve kendi doktorumuzun sadece kendimiz olduğunu anlatarak.... İşte bu yüzden tehlikeliydi ve ortadan kaldırılmalıydı. Tıpkı ondan önce gelen yüzlerce aydının öldürülmesi gibi. Musa Anter, Uğur Mumcu, İlhan Erdost ve Tahir Elçi ve nicesi böldükleri için değil, tam tersine bu ülkenin ezilenlerini bir araya getirdikleri için öldürüldüler. Affedilmez suçları buradadır. Ve tam da bu nedenle hiçbirisinin katilleri ve onları azmettirenler gerçek bir yargılamaya tabii olmadılar. Ülkenin yüz akı aydınları jet yargılamalarla ve fabrike edilmiş delillerle mahkum edenler, öldürülen aydınların katillerinin yargılandığı dosyaları yıllarca uzattılar, delilleri kararttılar ve her türlü hukuki kuralı çiğnediler. Bu yargılamaların son halkası olan babam Avukat Yusuf Ekinci'nin de aralarında bulunduğu bir dizi Kürt aydınının 90'lı yıllarda öldürülmesine ilişkin dava geçtiğimiz ay sonuçlandı. Cinayetlerin yalnızca devletin elinde bulunan silahlarla işlediği ispat edilmişken ve bu cinayetleri işleyen şahıslardan birinin açık itirafları ortadayken, davada yargılanan tüm sanıklar beraat etti. Bu, bizim için şaşırtıcı olmamalıdır. Yıllarca bu ve bunun gibi cinayetlerin mağdurları adalet arayışlarını sonuçsuzca devam ettirdiler. Eğer gerçekten demokratik, hukukun egemen olduğu bir ülkede yaşıyor olsalardı belki çağrıları cevap bulurdu. Oysa artık bilmeliler, aradıkları adaleti hiçbir şekilde bulamayacaklar. Aradıkları sürece de bulamayacaklar. Saygıdeğer dostlar, biz de bilmeliyiz. Eğer adalet arıyorsak bulamayacağız. Çünkü vermeyecekler. Adalet, Türkiye'nin tüm ezilenlerinin bir araya gelip, hukukun üstün olduğu bir ülke için mücadele etmediği sürece de tesis edilmeyecektir. Öyle sanıyorum ki Hrant Dink ve onun gibi yüzlercesinin bize bıraktığı son vasiyet budur. Kendisinin aziz hatırası karşısında saygı ile eğiliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum." "BİR ÇOCUKTAN KATİL YARATAN KARANLIK" Daha sonra Hrant Dink'in arkadaşları adına insan hakları savunucusu Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı konuştu. Fincancı şunları söyledi: "Sevgili dostlar, Ahparig Hrant’ın o kocaman güzelim ailesi, 'bir çocuktan katil yaratan karanlık" diyebilen yüreğiyle sevgili Rakel Dink, sevgili Hrant’ın hak mücadelesini geleceğe taşıyan güzelim çocukları, arkadaşları, arkadaşlarımız, 'Kötülüğe karşı duyulan nefret yüzünü çirkinleştirir insanın/Haksızlığa karşı bağırmak sesini kabalaştırır' demiş ya Brecht, bu geçen 13 koca yılda faili meşhurlarını bizlerden köşe bucak kaçıran o devlet erkine karşı bağırmak, haksızlıklara karşı bağırmak kabalaşmadan sayılır mı? Hak mücadelesinin kendisi, dayanışmasıyla ezilenlerin inceliği değil de, nedir? Yüzbinlerin İstanbul’dan sel gibi akıp 'Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz' diye yükselen sesinde kabalık olabilir mi? Hrant için, adalet için 13 yıldır mücadele eden arkadaşları nicedir hakikati bu topraklardan sürgün etmiş erke rağmen hakikatin değerini hatırlatıyor hepimize. Hakikat arayışı bitmiyor, bitmedi hiç. Cumartesi annelerini meydanlardan sürseler de, hakikati haykıranları hapsetseler de, insanlığa karşı suçlarla sindirmek için üzerimize gelseler de, hakikati haykırmaktan vazgeçmemişti ya Hrant, vazgeçmeyeceğiz öyleyse hiçbirimiz. Kötülüğe karşı nefret değil bizimkisi. Bitimsiz bir mücadele. Kötülüğün sıradanlığına kapılmasın insan, hakları için mücadele etsin, boyun eğmesin erke. Bundan tam 13 yıl önce 18 Ocak gecesi o dönem Türkiye İnsan Hakları Vakfı başkanı olan canım abim Yavuz Önen ile akşam yemeğinde buluşmuşlardı. Hayallerimiz vardı. Bizler bir yandan enstitü hayalimizin ucundan, hak ihlallerinin etkili soruşturması, belgelenmesi için eğitici eğitimi yaparken, onlar da Travma ve İnsan Hakları Enstitüsü hayallerimizi paylaşmışlardı yemekte heyecanla. Sonra 19 Ocak 2007, saat 3’ü 5 geçe zaman durdu hepimiz için. Şaşkındık, birlikte kurulan hayallerin sıcaklığı hala yüreğimizde… O hayallerden hiç vazgeçmedik, adım adım ilerledik o günden bugüne. Çünkü bu toprakların yarası hiç kapanmadı. Kapanması bir yana, her gün yeniden kanırtan bir devlet erki ile yaşamak zorunda kalıyoruz. Daha birkaç gün önce kayıplara karıştı Keldani bir çift, Süryani Mor Yakup Manastırı rahibi Aho’yu gözaltına aldılar. Kılıçtan geçirmek, çöllere sürmek yetmedi, her gün yeniden yaşasın o güvercin tedirginliğini Türkiyeli Ermeniler diye elinden geleni ardına koymadı devlet erki. Yaşadıkları mahallelerin adı Bozkurt, caddesi Ergenekon, okulları Talat Paşa nam, soykırım Osmanlının ama iade-i itibar Türkiye Cumhuriyetinin oldu. Birlikte yaşamayı, çok dilli, çok kültürlü olmayı başaramadığımız gibi yarattığımız kuraklıktan da utanmaz olduk. Sıra Kürtlere geldiğinde havan mermileri ile delik deşik ettikleri evlerin duvarlarına yazılama yaptı devletin memuru. Biz yüzleşmedikçe, onarmadıkça yaralarımızı, her yeni güne yeni ötekilerle yaralarımız büyür, yenileri açılır oldu. Sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu. Yarın yüzleştiğimizde, küçük Eichmann’lar yalnızca emre itaat ettiklerinden dem vurup sıradanlaştırmaya çalıştığında kötülüğü,  utanmak için geç değil, evet ama kötülüğü tanımalı ve sahiplerini bir bir ortaya koymalıyız. Hrant için, adalet için! Sevgili Yıldırım Türker Bahçe’sinin köşesinden derlediği yazılarından ilkinde “Hayatı savunmak adına durmadan kötülüğü tartmak zamanla insanın ruhunu köreltebilir. Uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra gözleri kamaşan adamın körleşmesi gibi.”, diyor ama, o karanlıkta kötülüğü seçebilmek Saramago’nun körler ülkesinde gören göz olmayı gerektiriyor. Görmek, göstermek hakikati... Buradayız, vazgeçmiyoruz Ahparig." YETVART DANZİKYAN: "19 Ocak’ın arka planı hâlâ açıklığa kavuşmuş değil" Agos Gazetesi'nin şu anki genel yayın yönetmeni olan Yetvart Danzikyan da, meslektaşı ve arkadaşının öldürülüşünün 13. yıl dönümü nedeniyle yayınladığı köşe yazısında Dink'e bir mektup kaleme aldı. Danzikyan, mektubunda; Hrant Dink'in öldürülmesiyle ilgili davadan ve Türkiye'de yaşanan gelişmelerden söz etti. Danzikyan'ın mektubu şu şekilde: Hrant Ahparig, Her yıl olduğu üzere bu yıl da sana bir mektup yazma niyetiyle masanın başına oturdum. Oturdum ama sana çok da iyi haberlerim var denemez. Davada geçen yıldan bu yana çok önemli bir gelişme yok ne yazık ki. Kamu görevlileri yargılanıyor ama gerektiği şekilde bir yargılama olduğunu söyleyemeyiz. En ilginç konu, MİT görevlilerinin tanıklığı. Uzun mücadeleler sonrası, mahkeme seninle o meşhur (hani, “haddimi bildirdiler” dediğin) görüşmeye katılan görevlilerin tanık olarak dinlenmesine karar vermişti. Ancak bunun için MİT’e yazılan yazıya yanıt dahi gelmedi. Böyle birkaç celse geçti. Mahkeme şimdi bu kararını gözden geçirme karar aldı. Yani mahkeme kendi kararını gözden geçirecek ve bilemiyorum, belki de vazgeçecek. Umalım ki öyle bir şey olmaz ve 19 Ocak’a giden yolda en kritik gelişmelerden biri olan bu görüşmeye dair kapsamlı bilgi edinme imkânını elde ederiz. Bunun ötesinde, evet, bazı ifadeler veriliyor ancak 19 Ocak’ın arka planı hâlâ açıklığa kavuşmuş değil. Avukatların talep ettiği yeni soruşturma dosyaları ya da iddianameler de yok ortada. Zira, sen hepimizden iyi biliyorsun, buraya bir günde gelinmedi. Bu yolu hazırlayan, açan kesimler, isimler vardı. Onlar hâlâ soruşturulmuş değil. “Ne belli oldu peki?” diye soracak olursan, 19 Ocak’tan tam bir yıl önce Trabzon Emniyeti’yle, Trabzon Jandarması’yla, İstanbul Emniyeti’yle, İstihbarat Daire Başkanlığı’yla, tüm bir devlet yapısının ne olacağından haberdar olduğu bir kez daha iyice ortaya çıktı. Diğer kurumların da, çok açık ki, bilgisi vardı. Kimler olduklarını biliyorsun. Sonuç? Hiçbir şey yapmamışlar. Öte yandan adalet talebi tabii ki sürüyor. Bu yıl da yine binlerce insan Sebat Apartmanı’nın önünde toplanacak, adalet talep edecek. Seni anacağız. Ermeni toplumu açısından da iyi bir sene olduğu söylenemez. Patrik Mutafyan 2019’da hayatını kaybetti ve patrik seçimi süreci başladı. Yılın sonunda patrik seçimi de yapıldı. Ancak gayet sıkıntılı bir süreç oldu bu, adaletsiz bir seçim yapıldı. Yurtdışında yaşayan Türkiye doğumlu adaylara devlet tarafından sınırlama getirildi ve o adaylar seçime katılamadı. “Devlet böyle istemiş olabilir, peki bizim toplum içinden süreci yöneten aktörler ne yaptı?” diye soracak olursan, yanıt “hiçbir şey.” Tüm taleplere ve itirazlara rağmen bu adaletsiz genelgeye itiraz edilmedi. “Edersek süreç çok uzar, hem de bize kızarlar” dendi. Böylesi bir ortamda bir patrik seçimi oldu ama bu süreç pek çok kişinin içine sinmedi. Devleti işin içine getirip oturtma ve toplumu bu yolla yönetme alışkanlığı ne yazık ki güçlenerek sürüyor. Yazdık, çizdik, insanlar harekete geçtiler, inisiyatifler kurdular ama dinleyen olmadı. Yazının devamını okumak için tıklayınız
twitter takip