'Gazetecilik iddiamız yok' deyip, işsiz gazeteciler üzerine ahkam kesti!

%E2%80%99Gazetecilik+iddiam%C4%B1z+yok%E2%80%99+deyip,+i%C5%9Fsiz+gazeteciler+%C3%BCzerine+ahkam+kesti%21;
ABONE OL

140journos'un kurucusu Engin Önder, 'Herkesin özgür düşünceyi aradığı şu dönemde Türkiye'de para kazanamayan bir gazeteci varsa problem kendisindedir...'

140journos'un kurucusu Engin Önder, NewsLabTurkey'den Gonca Tokyol'un sorularını yanıtladı.

Kendilerine yöneltilen PR ve para karşılığı haber yaptıkları iddialarıyla ilgili eleştirilerin doğru olmadığını belirten Önder, herhangi bir gazetecilik iddialarının olmadığını da ifade etti.

Ancak böyle bir iddialarının olmadığını söyleyen Önder'in işsiz gazetecilerle ilgili sarf ettiği "Herkesin özgür düşünceyi aradığı şu dönemde Türkiye'de para kazanamayan bir gazeteci varsa problem kendisindedir" sözleri, bu alanda hiçbir tecrübe sahip olmayıp, gazetecilik üzerine ahkam kesme gibi bir iddialarının olduğunu ortaya koydu.

İşte, o röportaj:

"Yaratıcı Fikirler Enstitüsü’nün Medium sayfasındaki 140journos’u anlatan yazıda, hikâyenin kuruluştan 2016’ya ve sonrasında 2017’den günümüze kadar iki ayrı dönemde incelenmesi gerektiğine dikkat çekiliyor. İlk dönemde yoğunluklu olarak “vatandaş haberciliğine” yapılan atıfı görüyoruz. Nieman Reports için yazdığın yazıda da Serdar Akinan’ın Uludere döneminde çalıştığı Akşam gazetesine “rağmen” yaptığı gazeteciliği örnek gösteriyorsun. En başa geri dönersek, 140journos tam olarak nasıl bir tartışmanın ürünü olarak ortaya çıktı? 

 
İlk başladığımızda bir grup arkadaştık. Beşiktaş’taki bir pub’da otururken Uludere’yi ve medyayı konuşuyorduk, aradığımız haberi bulamadığımızı… Farklı üniversitelerde, farklı bölümlerde okuyan, bir şekilde tanışmış ve Türkiye’nin dertlerini konuşan insanlardık. Hiçbirimiz gazetecilik okumadık veya böyle bir hayalimiz de yoktu.
 
Ben görsel iletişim tasarımı okuyordum o dönem, sonra reklama geçtim. Başka bir arkadaşım konservatuvar, iki kişi hukuk, birisi radyo-sinema. Gazetecilikle hiçbir alakası olmayan insanlar ve bölümler. Bunu özellikle söylüyorum çünkü “Nasıl bir gazetecilik projesi yapsak” diye ortaya çıkmadık. Konunun gazetecilik mesleğiyle, ona duyduğumuz merakla hiçbir alakası yok; sadece rahatsızız. Aradığımız bilgiyi bulamamaktan rahatsız olan, farklı bölümlerden arkadaşlarız.
 
Bu noktada “rahatsızlık ve ihtiyaç” demek doğru olur mu? Aradığını bulamamaktan da bahsediyorsun…
 
Tabii ki. Uludere’den haber gelmemesini, o dönem Twitter’da çok aktif olan Ece Temelkuran’ın “Gazeteciler hapiste”, “Free journos” paylaşımları yapmasını konuşuyorduk aramızda. “Peki biz ne yapabiliriz, hiçbir şey yapamaz mıyız?” diye sorduk. Akşam arabayla evlere dönüyorduk, aramızda konuşurken domain aldık. Amacımız sadece bir şey yapmak. “140journos” falan da değil ismi, “Contr-Media” gibi bir şey kuracağız diyoruz, ilk ismi buydu yani. (Kahkahalar)
 
Sonra en yakın ne var, nereye gidebiliriz diye baktık. Nereden başlayalım? En yakın tarih 19 Ocak, Hrant Dink’in öldürülmesinin yıl dönümü. Üç dört kişi, Şişli’de yürüyüşe katıldık. Hesaplar açılmıştı ama ben bir gün öncesinden onların ismini 140journos’a çevirdim. Çünkü “Contr-medya” iğrenç bir isimdi. (Kahkahalar) O zamanki arkadaşımızın “Sayıyla marka mı başlar” diye diretmelerine, itirazlara rağmen ama “140journos” ismi kalıcı hâle geldi. Bir kuş çiziktirdim logoya, deli bir kuş, tavuğa da benziyor biraz, türü belli olmayan bir kuş. O günden beri de devam ediyoruz.
 
19 Ocak 2012’de Hrant Dink anmasındaydık, 21 Ocak günü OdaTV davası vardı. Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklu. Orası çok kritik 140’ın hikâyesinde çünkü yaptığımız şeyin gazetecilik faaliyeti olduğunu söyleyen ilk kişi orada gördü bizi.
 
“Gazetecilik yapıyoruz, onun için geldik” falan demiyorduk. Sınırlı koltuk olduğu için ilk gidenleri alıyorlar: aileler, avukatlar, medya… Biz de çok erken gidip vatandaş kategorisinden izlemek için bilet alıyorduk, sırayla da elimizdeki tek bileti döndürüp duyduklarımızı tweet olarak atıyorduk.
 
Başka gazeteciler var salonda, çok medyatik bir dava tabii. Ama biz, bununla ilgili yeterince bilgi olmadığı, konuşulmadığı kanaatindeyiz. Can Ertuna da vardı, izliyordu. O mesela izleyip, notlarını alıp, adliyenin önünden canlı yayına bağlanıyordu, çok kısa bir süre anlatabiliyordu. Biz o sırada canlı tweet atıyorduk.
 
Orada şunu tespit ettik; davayla ilgili insanlara söylenen ana akımdaki bilgiler ve o da çok az. Hiçbir şeyin arka planı yok, duruşmada büyük, belki de tehlikeli laflar söylenmiyor. Biz bunu kayda geçirmek istiyoruz, hikâye bu. Savcı şunu dedi, avukat şunu dedi. Eğer kim olduğunu tanımıyorsak yandakine soruyoruz, öbür yandakine soruyoruz. Biz o dünyadan değiliz yani, tanımadığımız insanlar söz konusu olunca soruyoruz."
 
twitter takip