Gazeteci Adnan Genç'in son röportajı: Milliyet’te üç kez işe başladım, üç kez kovuldum

Gazeteci+Adnan+Gen%C3%A7%E2%80%99in+son+r%C3%B6portaj%C4%B1:+Milliyet%E2%80%99te+%C3%BC%C3%A7+kez+i%C5%9Fe+ba%C5%9Flad%C4%B1m,+%C3%BC%C3%A7+kez+kovuldum
ABONE OL

Koronavirüs nedeniyle yaşamını yitiren gazeteci Adnan Genç'in son röportajında söylediği sözler duygulandırdı...

Yeni tip koronairüs Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden deneyimli gazeteci Adnan Genç, son röportajını mesele121.org’dan Fehmi Abbasoğlu’na vermişti. Genç'in Abbasoğlu'nu sorularına verdiği yanıtlar ise duygulandırdı...

İşte, o röportaj:

"Adnan Genç, deneyimli bir gazeteci ve geçenlerde iki ayrı haber sitesine aynı yazıyı vererek; ‘Bu sitedeki 100. Yazım üzerine’ başlıklı bir makale ile onu yakından tanıdık. Dizgicilikten yayın yönetmenliğine; yayınevi kuruculuğundan gazete kurmaya kadar sektördeki her düzey ve türde işini yapan bir emekçi…

Verdiği bilgilere göre 40 yıl önce Ankara Seyranbağları’nda bir huzurevinde yatan şair ve çevirmen Enver Gökçe ile ve 10 yıl kadar önce de gene Darıca’da TGC’nin bir huzurevinde kalan duayen gazeteci ve tarihçi Orhan Koloğlu’yla meslek hayatlarını ve huzurevi hikâyelerini röportaj haline getirmiş.

Talihin ve yaşadığı tarihin garip bir cilvesi olarak da artık kendi bir bakımevine yerleşmek zorunda kalmış. Adnan Genç, 45 yıldır meslekte… Bu süreyi; yaptığı işleri, başarılarını ve kovulmalarını sorduk ve genişçe anlatmasını istedik….

45 yıl geçti

Aslında medya sektörüne lise 1’deyken girdim demek, anlamsız. Düşün isimli bir dergi yapmıştık. Kültür, sanat ve politika başlıklı bir dergiydi. Mumlu kâğıda yazmış ve teksir makinesiyle çoğaltarak, arkadaşlarımıza dağıtmıştık. Mali işlere baksın diye seçtiğimiz arkadaş, paraları Çiçek Pasajı’nda yiyince, hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Serserinin teki olacağım derken, mesleğe pek az ara vererek ama her yerden kovularak, bugünlere geldik… O yıllardan bu yana 45 yıl geçti. On yıl önce yazmış olduğum aşağıdaki yazıda değişen bir durum yok diyerek, yaşamımın kısa bir özeti diyelim...

Kırk yıl önce mesleğe başlamıştım. ‘Kamuoyu oluşturma işlevi’ aklımı çelmişti. Bu bağlamda kamuoyunun ortalama bilinç sahibi insanlarından birkaç adım önde olmak için mesleğe daha sıkı sarılmalıydım. Okudum, biriktirdim; hem okudum, hem yazdım… 45 yıl boyunca hep çalıştım. Bu iyi bir ‘istikrar’ gibi görünüyor…

Bu arada ilk işsizliğimi 2001 krizinde yaşadım. “Bana bir şey olmaz” deme fırsatım bile olmamıştı. Sekiz ay boyunca çalışamadığım halde, ‘Free Lance’ çalışıyorum diye, işsiz gezdim. Zaten bu serbest çalışma ortamının Türkçe karşılığı işsizlikti… Şimdi de işsizim (hatta bu yazıyı güncellemeye çalışırken, bir bakımevinde kalıyorum); ABD’de başlayan finansal kriz burada gelip gene beni vurdu. Biraz ‘Karadenizli’ bir algıyla yorumluyorum bu kriz olaylarını ama gerçek bu: Kriz geliyor ve ilk sabah beni cüzdanımdan vuruyor. Cüzdanı vursa iyi, kredi kartlarımı da telef ediyor… Çünkü kartlarımı bu kriz ortamının süratli gelişim süreci karşısında, sutre gerisine çekememiş oluyorum… Buradan iki konuyu net anlıyoruz; kriz, doğrudan Adnan Genç’i hedef alabiliyor ve vuruyor… İkincisi de (konuyla pek ilgisi yok ama) bizim bankalara bir şey olmaz; hakikaten olmuyor. Kendi yağlarıyla (pardon benim naçiz bedenimin yağlarıyla) kavruluyorlar… Beni kavurarak… Çünkü onlar kredi kartı borçlularının ensesinde boza pişirmenin getirileriyle ‘İlk çeyrek, son çeyrek’ kârlarını, rahatlıkla oluşturabiliyor… Durduk yere ‘reel sektör’ macerasına girmezlerse ve bağlı bulundukları holdingler her şeyi çorbalamamışsa, batmazlar. Yani, olan gene bana oldu… İşsiz kaldım.

Milliyet’te üç kez işe başladım, üç kez kovuldum…

45 yıl önce mesleğe Milliyet/Cağaloğlu’nda başladım. Dizgi servisinin gece kahramanlarındandım. Liseyi bitirmeye çalışırken, geceleri de çalışıyordum. Zaten ‘ajans son’ lafı, genellikle saat 01’de anons edilir ve servis minibüslerine koşuştururduk. Aslında gündüzleri sadece liseli kızları kovalamıyordum (şaka şaka, yok böyle bir marifetim); memleketi kurtarma çabası için elimde referans belgesi olsun diye, bastığımız  ‘dokümanlarla’ örgüt peşinde de koşturuyorduk…

Gazetecilik yapacağız ya, teknik servisleri gözüm tutmadı. Çıkıp, yeniden döndüm Milliyet’e. Yazıişleri’ne… Yasal olarak 1475’lik kol emekçisi yerine, keçi sakalı bırakıp 212’lik fikir emekçisi olmak için şansımı yeniden denedim… Eee, kaldırım tedrisatı da görmemişim… Basın-Yayın okuyan bir mektepli çalıştırmayacaklar da, kimi çalıştıracaklar… İşe alındım. Yazıişleri’nde sekreterim. Basın sektörünün sekreteri bir başka olur! Öyle çıtır-pıtır değiliz yani… Gündem toplantılarına katılıyoruz; sayfalarımıza uygun haberlerin seçimini kararlaştırıyoruz, ilgili servislerle haber/yazıların takibini yapıp, başlıkları falan çıkarıyoruz… Yetmedi, sayfa planı çizip, mizanpajını yapıyoruz. Sonra yazılar dizgi servisine, sayfa planları da pikaj servisine… 1-2 saat sonra bizler de onların yanına. Bugün 3-4 kişinin yaptığı işi yapıyoruz. Çok çalışıyoruz, az kazanıyoruz… Ama gazeteciyiz. Forsumuz yerinde…

Milliyet’te işe alınıp kovulmama ilişkin macerayı; istatistiki bilgiye katkısı olsun diye söyleyeyim; muhtemelen, üç kere yaşadım. Aldılar ve kovdular… Aldılar ve kovdular… Son kovulmam, Körfez işgali sırasında oldu. “Biz de batıyoruz, kardeş” dediler… Kovdular… Tazminatsız hem de… O günlerde Borsa ile birlikte ben de çöktüm…

Transferler çağı başlıyor…

Güneş gazetesiyle birlikte transfer turları başlıyor. Kimi ‘önemli’ gazeteciler, çalıştığı kurumdan bir diğerine, sonra öbürüne; sonra en baştakine iyi paralarla gidebiliyor. Bizim gibi orta kırat meslek mensupları ise kovulunca -o zamanlar- bir başka yere gidebiliyor(duk). O da Özal’ın tabiriyle 2,5 gazete kalmazdan önce. Sonra hepsinin sahibi bir kişi gibi oldu da, “Sen sağ, ben selamet” durumlarına geldik… Kara listelere alınıp, semtinden bile geçirmediler. O zaman semt dışında ve sektörü tanımayan birilerinin gazetesine gideriz, deyip Günaydın’ın yolunu tuttuk. Sahibi kömürcü bir abi. Mafyozo bir numara sırasında öldürüldü. Gerçi pusuda öldürüldü ya, konumuz bu değil…

Günaydın… İyi Günler!..

Günaydın Yazıişleri’nin “yeni ve solcu” üyesi olduk. Yeni ve munis olmaklığı herkes, hemen kabul ediyor ama solculuğu pek hazzetmiyorlar. Kovulduk. Sonra patron, gazetenin işletmesini verdiği ajansı oradan kovabilmek ve kendi gazetesini ele geçirmek için bizimle anlaştı ve yeniden işe döndük. İki gazeteyi tek gazete yaptım; el çabukluğum anlaşılınca kumpas da ortaya çıktı… Marifet sahibi insan istemiyorlardı. Gene kovuldum.

Özgür Gündem… Tartışmasız Son!!

Sonrasında Özgür Gündem’in kuruluşu gündeme geldi. Ya da biri diğerinden önce. Kumkapı’da eskiden sık sık boy gösterdiğimiz Kadırga Öğrenci Yurdu’nun girişindeki kocaman tarihi yapı… Eski (epeyce eskiden) Özel Eczacılık Mektebi’ymiş… Bir grup “Kürt sermayedar” para bulmuş, muhalif olan ama illa sahici gazete isterlermiş. Gazete deyince yüreğimizin yağı eriyor. “Hayda, hop” diyerek trene atladık. Yazı işleri yönetmenliği yaptık ve görsel yönetmen olduk gene… İki ay geçmedi, “sermaye sahipleri” ve stajyer çocuklar bir gazetenin nasıl olacağı konusunda hemencecik hayli fikir sahibi oldular. Bize de gitmek düştü. Kovulmamıştık ama duracak yer de yoktu… Nasıl olsa, herkesin her şeyi hemen öğrenebildiği bir ırkın ahvadındandık. Kürtler mi kusur kalacaktı?

Nerde Akşam, orada Sabah…

Gazete kurmak zordur. İki ay boyunca geceleri evinizin yolunu unutursunuz… Bazen bir banyo alıp, geri dönersiniz… Akşam’ın kuruluşunu yapmaya gittik gene, ekip olarak… Arslan Bartu’nun şefliğinde…

“Gençtir, nereden hatırlayacak. Kara listelerden bile haberi yoktur” deyip, Mehmet Ali Ilıcak’ın ilk Akşam macerasının mimarlarından olduk. Sadece “gazete” yapılacaktı. Yazı işleri çalışanı ve görsel yönetmen olduk. Keyifli iş. İşe onlarca eleman bile aldık. Sonra, “Semra Özal aleyhine haber yapılması” istenince, zurnanın zırt dediği yere gelmiş olduk. Bitimiz kadar sevmediğimiz halde, Özal ailesi işten ayrılmamıza neden oldu. Kovulmanın bir başka türü; “işten ayrıldım”… Bizi “tetikçi” belledikleri de sözleşmelerde yazmasa da “emir baş üstüne” durumundandır. Yapmayan kapıya yönelsin… Haberciyiz, tetikçi değil…

Evrensel Gazetesi…

Gazete kurmak konusunda uzman olduk ya. Cebine para ya da “kredi” koyanlar, bir de 3-4 katlı bina buldu mu; bizi çağırır oldu. Bu kez Evrensel’i kurmaya gittik… Çalış çabala, gençleri Vilayet’e yolla, dönüş yollarını tarif et… Halısından yayın politikasına kadar her şeyi ayarla. Eh, artık buradan emekli oluruz derken, bir küçük dış haberin “troçkist” karakter taşıması yüzünden ben ve ekonomici iki arkadaş (Nazmi Belge ve Nevzat Onaran) haricinde 30 kadar gazeteci paldır-küldür merdivenlerin yolunu tuttu. Yüzü bembeyaz olmuş kalanlarla gazeteyi birkaç ay daha yapıp, gene evin yolunu tutuyoruz. Periferide çalışmak demek, her gün İstanbul’un rezil trafiğinde üç saat geçirmek demek… Zaten tazminat konusunu hiç duymamış arkadaşlar. Biz de bunu anlatıncaya kadar aldığımız maaşa şükrederek, ayrıldık. Kovulmamıştım ama boğazını sıktığım bir karikatürcü nedeniyle, “ayıp” etmiştim. Bu arkadaşımızı da bir trafik kazasında yitirdik… Ortalıktan kayboldum…

Ne Demokrat, ne de Birgün…

Bunca gezginlik, bunca “solculuk meşrebi”ne karşın yolum en yakınımdakilerin gazetesine uğramadı. Kuruluşlarında bulunmadım. Demokrat için öylesine gizemli bir edayla konuştular ki, “Hayatta gelmem” dedim. Demek zorunda kaldım. Milliyet’te forsum yerindeydi. Bir de çok gizli ama günlük ve ulusal gazete yapacaktık. Ya anlatamadılar, ya da benim jeton zinhar ilerlemedi. Hayatta gelmem, lafını pek de metaforik bağlamda kullanmamışım demek ki! 25 yıl sonra BirGün’ü kurarken, bu sefer bana sormadılar diye küstüm ve başka nedenlerimi de ekleyerek bu gazetenin kuruluşunda bulunmadım… “Adam Gibi Gazete” sloganını tutmadım… Gerçi sonradan Okur Temsilcisi göreviyle “gönüllü” bir faaliyetim olduysa da, buradan da kovuldum. Evet, kovuldum! Arkadaşlarım, “Hocam, gazeteye zarar veriyorsun; istersen biraz dinlen” dediler. Dinlenmekle dillenmek arasında gerilimli konuşmalardan sonra “yuvadan uçtum”… Bunlar 25 yıl sonrası için de bir girişimde bulunurlarsa bu sefer çalışacağım. Söz…

Her sektöre dergi yapılır…

Kuruluşuna emeğim olan bir ajansa katıldım ve ilk sektörel dergimi yaptım. İTKİB (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği) için Hedef dergisini yaptım birkaç yıl. AMD (Alışveriş Merkezleri Derneği) için adını da koyarak Arasta dergisi. TAV (Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat İçin Vakıf) adına da Harita adıyla maruf aylık bir kültür sanat dergisi yaptım. 100. sayısında kapatmıştık… Sonra sırasıyla ve çoğunlukla birlikte olarak turizm, tekstil, elektrik-elektronik, ev elektroniği, mimarlık, çorap, su, makine, mutfak, akıllı bina, mutfak (şef vd anlamında), inşaat, inşaat makineleri gibi sektörlere dergiler yaptım. Ama gene kovuldum. Gerekçe artık farklıydı… Tam kıvama gelmiştim ki, bunu kimseye anlatamaz olmuştum: “Her şeyi bilen insan istemiyoruz. Egemen üslubunla burada bizi zorluyorsun” dediler ve iki ajanstan da böylece kovulmuş oldum… Pir aşkına kültür sanat ve politik dergiler de yaptım; hatta “Sıkıştık hocam” dediklerinde Ramazan dergisi bile yaptım…

İnanın herkes bir yerlerden gitmek durumunda kalmıştır. Ama gazetecilik/dergicilik bu memlekette en kolay öğrenilen meslek. Güzel ve yalnız ülkemin bilmiş insanları iki ayda işin sırrını çözüyor… Hele hele para ve iktidar sahibi insanlar, ikinci sabah bunu yüzünüze vuruyor. Öğrenince de kendileri yapmak istiyor. Haber seç, yazı topla, görselleri ayarla; bütün malzemeyi başlıklandır, spot falan derken gelsin görsel kısım. İşin en kolay yanı da zaten bilgisayar başında oluyor. “Oraya yeşil koyalım, buraya yıldız atalım” demek, eğlenceli ve kolay…

Mesleki ve etik kaygılarla vızıldanırken, arkamdan “kovuldun” diye bağırıyorlardı. Yoksa, külliyen uğursuz biri değilim. “Sendikacı Adnan Ağa” diye de anıldım. Bütün telifleri, yazıları/çizileri aldığım gün cebimden ödüyordum. Bana gelen ürünün teslim edilmesi yeterlidir. Aybaşından filanca gün sonra falan verilmez deyip, cepten ödüyordum… Bu da eleştiriliyordu. Böylece bu tür gerekçelerle de işyerlerinde çalışamaz olmuştum. Kovulmaktan beter… Gidince, el ele baş başa kalıyorsunuz… “Free Lance” durumlara geçiyoruz…

Lise yıllarımda başlayan bu dergi yapmak, fanzin vb işler; sendikalar, meslek odaları, kimi kuruluş ve organizasyonlara yaptığım onlarca işi de söylemeliyim ki, kayıtlara geçsin… Bila bedel tabii…

“Abi, bize yazar mısın?”

Niye yazmayalım? Şu an altı aylık dergiye yazıyorum. Birinden para alıyorum. İyi mi? Burası çokomelli deyip bir güncelleme cümlesi kurayım: Vakit ve nakit bulununca çıkarılan iki etnik dergiye ve 11 siteye haber ve yazı yazıyorum… Telifle yazmak az sayıda insana mahsus. Kapı kapı dolandırırlar, muhasebeci önünde ters takla atmanız istenir. Yazmadan da duramıyoruz. Bedavaya… Alternatif kent kültürü, 2010 İstanbul, Beyoğlu, kentlilik, enerji politikaları, STK’lar ve yerel yönetim, turizm, Karadeniz, azınlıklar, tarihle yüzleşme vs. Yaz babam yaz… Bedavaya… Teklif var, telif yok… Bugünlerde 11 siteye yazıyorum ve sadece 4’ünden telif alıyorum. Bu bir yıl içinde 280 yazı yazmışım ve hepsinden telif aldığımı varsayarsak; yazı başına 18 liraya çalışıyorum…

Şöhretimiz aldı yürüdü artık. İSMMMO’ya danışman olduk. 6 yıl boyunca gazete de yaptık dışarılarda, odaya danışmanlık da… Düzeyli ve keyifli bir ilişki sürdürdük… Eskimiş ayları kırpıp yıldız yapıyorlar ya; biz de basın/yayın danışmanı olduk. Adlarına onlarca makale yazdık, haber yaptık… Dergiler yaptık… Diş Hekimleri Odası için, Özel Sağlık Kuruluşları Birliği için, İstanbul Tabip Odası için… Her biri meslek sahibi ve örgütlü mücadeleye inanmış sahici insanlar. Ama buralarda da “malum hastalık” var; işi hemen öğrenmek yönünde hiç eksikleri olmuyor. “Hocam, biz yaparız” diyorlar… Niye yahu, ben sizin mesleğinizi yapıyor muyum? Heveslisi miyim; ne biçim moda bu? Yaptıklarınız konusunda o kadar çok fikir yürütüyorlar ki, yayın yapma adına bir forum düzenleyelim derken, kakafoni oluşuyor. Kendileri yapmak istiyor. Gidiyoruz. Aklıma gelmişken Büyükşehir belediyesi ve küçükşehir belediyelerine de danışmanlık işlerim de oldu…

Yayıncılık dediğin…

Çorba parası derken, hakikaten bir tek çorba parasıyla geçinilmiyor. İnsanın canı başka lezzetleri de çekiyor. Karşılığında çalışmak gerekiyor. Elli türlü gezi yaptık, ya oralarda ya dönünce yazdık. Öyle Japon turistler gibi vizör ardından gezi yapmak bize zor! Yaz, çek, bilgi topla, konuş, tekrar yaz… Madem okuma faaliyetinden anlıyoruz; bari kitap işine bulaşalım da sepetin çeşidini artıralım dedik. Yayınevlerinin kuruluşunu yaptık. 5-6 yılda on milyonlarca vuruş yazı okuduk; “redakte ettik”, “edit ettik”, düzelttik… İki yüze yakın kitapta bir biçimde imzamız oldu. Yetmedi kendimize de kitap yaptık. Meşrebimiz neye uyarsa. “Çalışkan Kadınlar Ülkesi; Hemşin”, “Solcunun Biri Bir Gün” ve Abdülhamid’in İstanbul Fotoğrafları”… Güncel bilgi: Pandemi koşullarında on kadar kitap yapıp, dördünü iki yayınevine verdim. Bakalım, salgın bitince eski hayata dönersek, basılacak…

Önüm ardım “Proje Mezarlığı”

Haydi bakalım. Yazının sonuna geldik. Çantanda ne var deseler, cüzdanın sağlam mı derim… Beyoğlu üzerine 12 kitaplık fotoğraflı bir dizi iş var çantada. Karadeniz, Park Otel ve Ayaspaşa Tarihi, Hatay Sofra Kültürü ve Sivil Toplum – Sefil Toplum başlıklı çalışmalar çantada… Her an bitebilir… İkinci baskıyı bekleyen iki kitap çantada değil, yayınevinde… AB’nin çalışma yaşamı üzerine deneyimi ile ilgili bir telif çalışma, Ermenistan ve Hemşinlilik üzerine başka iki ortak çalışma daha… Hadi son bir güncelleme daha yapalım (2020); bir casusluk romanı bitirdim ve yayıncılarda; Hemşin kitabımı güncelledim; Beyoğlu ve Ermenistan anılarım da son okuma bekliyor; Rize Bibliyografyası adlı tuğla gibi bir kitabı da eski meclis başkan vekillerinden Sami Kumbasar’la konuşarak yaptım; Körfez Depremi bitti biter gibi, Korona Günlerinde İstanbul diye, koluma girenlerle gezi yaptırdığım anları, bir kitap daha yaptım ve bitti. Hatırlayabildiklerim bunlar ve hepsi bir yıl içinde oldu.. Haa, bir de (kendi isteğiyle) uluslararası bir genç kadının escort günlerini yazdım. O anlattı ben okunur hale getirdim ve teslim ettim. İş onun sayılır…

Proje çok hemşerim, finansmandan haber ver…

Son söz yerine

Projeler için, ‘yapalım, edelim’ türlü konuşmalar bizim memlekette gayet kolaydır. Batıda bir yerlerde yapsanız, iki aylık kendi halinde bir dergi kuruluş çalışmanız için 25-30 bin dolar alırsınız. O da en basit bir dergi grubu için… Günlerce hazırlık yapıp, pek çok kişiyle konuşarak bir şeyler hazırlarsınız. Yok, derler. Sonra bir bakarsınız, sizin projeyi uygulamaya sokmuşlar. Beş kuruş ödemeden. Aylarınız heba olur… Bizim memleketin raconu böyle. Emek gaspı üzerine…

Gerçekten 40 yıl üzerine böyle bir yazı yazmak istemezdim.  Bu arada öznel tarih hikâyem biraz uzadı…  Yoksa, yazıyı genişletip kitap mı yapayım… Ha bir kez de, Yılın Gazetecisi ödülü de aldım. Yılın gazetecilerini seçen jüri üyesi de oldum… Boş değilim yani…

Sosyal medyada

Elbette ki, en başa kurucusu olduğum ve mahkemelerden ceza bile yediğimiz ortakhaber.com adresini almalıyım. turnusol.biz, enerjgunlugu.net, meseledergisi.com, odakdergisi.com, bianet.org, egedefteri.com kadikoydusunceplatformu.org, medyagunlugu.com, turkleronline.net, yeni1mecra.com, demokrathaber.com marmarayerelhaber.com, yesilgunebakan.com, adreslerine yazı verdim, ya da alıp kullandılar…

İftiharla söyleyebilirim ki bugünlerde de yürüyen iki işim var. Biri, iki dilli Hemşin kültürü dergimiz GOR… 11. sayısını yaptık. İki yıldır da geceli gündüzlü, Metin Gülbay’la birlikte yaptığımız ortakhaber.com sitemiz var… Bundan sonrası mı? Aklımız ve enerjimiz yettikçe koşuşturmaya devam. Ulen nice kırk yıllara falan diyeceğim ama midem dayanmaz buna…

Haa bir de gelen ısrarlarla, İstanbul’da ve taşrada pek çok yerde; meslek yaşamımı anlattığım etkinliklerim oldu/ oluyor. Özellikle mesleki hayatımızdan enstantaneleri, biraz şenlikli biçimde anlatıyorum."

Adnan Genç kimdir?

İstanbul doğumlu olan gazeteci/yayıncı ve yazar olan Genç, yaşının yarısından fazlasını meslek yaparak geçirmiştir. Üniversite mezunu olan Genç, “çekirdekten yetişme” tanımına denk düşen biçimiyle meslek yaşamına başlamış; mürettiplikten (dizgicilikten) yayın yönetmenliğine, serbest muhabirlikten gazete kurmaya değin her görevi belirgin bir “hüner” ile tamamlamıştır.

Gazeteler; Milliyet, Günaydın, Akşam, Özgür Gündem, Evrensel, BirGün…

Tezgâha çıkan dergiler; İstanbul/Ankara/İzmir Kültür Sanat Haritası…

Sektörel ve aboneli yayınlar; Hedef, Arasta, Madencilik Dünyası, Power, İnşaat Dünyası, İnşaat Makineleri Dünyası, BEST (Akıllı Bina Dergisi), Otomasyon, ZİP İstanbul, İstanbul Şehir Rehberi, İstanbul Kültür Sanat Haritası, Ankara Kültür Sanat Haritası, Makine Dünyası, Görünüm (Tekstil Dünyası), Turizm Dünyası, ElectroHome, Naturalist, Beyoğlu Gazetesi, Beyoğlu Dergisi, Gaste, ODTÜ Baraka, Yeşil Öfke, Yeşil Direniş, Yeşil Sol Bülten, GOR, Bir Umut… Zaman zaman küçük notlar ve haber kutuları yaptığı Agos’u da gururla anmaktadır… Bu arada Moskova’da yayımlanan Hemshin dergisi de yazılarına yer veriyor…

Yukarıda adı geçen yayınlar ve bir o kadarıyla da hâlâ ilişkileri süren Genç; asıl olarak İstanbul (ve Beyoğlu) ile Karadeniz (ve Hemşin) tutkunu olarak yaşamaktadır. Aynı zamanda kent kültürüne ilişkin olarak zaman zaman rehberlik de yapan Adnan Genç, “Gezelim, görelim, kâm alalım” ilkesiyle, yaşadıklarını yazarak paylaşmaktadır.

Yazar, gazeteci Genç; özellikle şu konularla ilgilenmektedir: Kent kültürü, yerel yönetimler ve stk ilişkileri, azınlıklar, Karadeniz, Hemşin, iklim değişikliği, reel politika, enerji politikaları…

Adnan Genç’in 2005 doğumlu, Zuğa Deniz isimli biyolojik bir oğlu var.

twitter takip