Fethiye’de ‘sımsıcak’ bir sinema buluşması

Yıllar önce gittiğim ve ya daha önce hiç gitmediğim yerleri, sinemanın o büyülü hissiyle keşfetmeyi seviyorum. Bunu da hep dillendiriyorum, çünkü bir yere ‘ait’ hissetme hissini, sinemanın o tutkusuyla yaşıyorum.

Abone Ol

Üçüncüsü bu yıl düzenlenen Fethiye Film Festivali’ni de bu sayede keşfetmiş oldum. Yıllar önce tatile geldiğim ama hafızamda çok anısı kalmamış Fethiye’yi bu şekilde keşfetmek o kadar güzel oldu ki…

Adana Altın Koza Film Festivali’nde tanıştığımız belgesel yönetmeni sevgili Esin Özalp Öztürk’ün davetiyle geldiğim festival, sımsıcak bir kortej selamlamasıyla benim için başladı. Butik ama aşırı tatlı, balonların ve bayrakların havada olduğu kortej yürüyüşü, Fethiye’nin sokaklarını coşturdu adeta… Ve festival açmaya geldiğimiz ve yeni açıldığını öğrendiğim Fethiye Kültür Evi’nde çok güzel karşılandık. Zaten festivalin bir çok etkinliği de, Fethiye Kültür Evi’nde gerçekleşti. Bir çok panel, film gösterimi ve söyleşi buradaydı. Ayrıca Aksın Sineması’nda da seçkide yer alan filmlerin gösterimi ve yönetmenlerle söyleşiler de yapıldı.

Fethiye desteklenmeli, daha büyük bir festival olabilir!

Üçüncü yılına gelmiş bu festivalin oldukça emek ve destek işi olduğunu gözlemleyebilmek güç değil. Festival başkanı Canan Tor başta olmak üzere, sevgili Esin, Neşe ve tüm ekip festival için büyük çalışmalar yapıyorlar. Ama bu festival neden biraz daha büyük, herkesin uluslararası çapta da bildiği (ki festival sonrası başka bir ülkede festivalin seçkisinin gösterildiğini görmek harika bir şey) ve daha çok destekçinin yer aldığı, tıpkı Ayvalık’ın yarattığı etki gibi bir etki yaratmasın? Bence o potansiyel Fethiye Film Festivali için var ve daha çok desteklenip görülmeli.

Festivalde neler oldu?

Fethiye Kültür Evi’nde Ezel Akay’ın ‘Neredesin Firuze’ filminin gösterimin ardından yapılan söyleşi, hem bir nostaljiyi hem de geçmişin müzik dünyasının sihirli izlerini araladı. Benim de aşırı sevdiğim kült filmlerden olan ve sarıp sarıp izlediğin filmlerden ‘Neredesin Firuze’ yi hatırlamak çok tatlı oldu. Fethiye Kültür Evi’nde gerçekleşen ‘Sinemada Atmosfer Tasarımı’ paneli de ilgiyle izlediğim bir panel oldu. Sinemanın olmazsa olmaz ses tasarımı üzerine yoğunlaşılan panel, dikkat çekici detayları sunarak çok özel bir anda şahitlik ettirdi herkesi. Aynı alandan görüntü Mehmet Aksın’ın Workshop çalışması da dolu doluydu. Sinemanın en değerli parçalarından olan görüntü üzerine oldukça güzel tartışmalar yapıldı. Likya Kültür Yolu’nda gösterilen ‘Toprağın Sırrına Erenler’ belgeselinin gösterimi de tıklım tıklımdı, ayrıca mekan da çok özel ve güzel bir yer. Festivalin ana mekanlarından bir tanesi olmaya devam etmeli, çünkü özenle inşa edilmiş…

Festivalin son gününde ise festival katılımcıları olarak, Xhanthos Antik Kenti’ne gittik. Antik tiyatrosu ve mozaik alanı başta olmak üzere bütün büyülü alanına o kadar hayran oldum ki… Tarir ve doğa dolu şahane bir gün geçirdik. Akşam ise festivalin kapanışını, ‘Sinema Sinema Dedikleri’adlı bir stand-up şov gerçekleştiren Onur Ulusoy ve Mihtat Erdoğan ile tamamladık. Bol kahkahalı ve bol anılı bir kapanış oldu, gerçekten bir festivalin böyle sona ermesi kadar efsane bir şey olamazdı… yarışmasız ve ödülsüz, sadece gösterim ve etkinlikle geçen bir festival daha böyle sona erdirdik…

Festivalin film gösterimleri ise, Aksin Sineması’nda gerçekleşti. Bir gün kısa filmleri izlemeye gittiğim sinemanın ortamı çok güzeldi. Çünkü Fethiye halkı bu festivali özümsemiş ve salon tıklım tıklım doluydu. Dopdolu bir salon görmek ve Fethiye’de herkesin gerçekten benim de hoşuma gitti. Ama sadece sinemada bazı görüntü problemleri olduğunu da söylemek gerek. Fethiye’nin tek sinemasında ve festivalinde sıkıntılı bir görüntü olması biraz üzücü. Ama gelecek yıllarda bu sorunun çözüleceğini de duydum. Umarım ki daha çok güzel bir gelişme olur bu konuda.

Hangi filmleri izledim?

Neşe Kayardı’nın yönettiği ‘Viktoryalar’ belgeseli, Ukrayna-Rus savaşı sebebiyle ailesiyle göç etmek zorunda kalan Viktoria’nın yaşadıklarına odaklanıyor. Savaş nedeniyle ülkesini terk ermek zorunda kalan ve hatta çocuğunu da başka bir ülkede doğurmak zorunda kalan Viktoria’nın yaşamı, belgeselde güçlü bir şekilde ele alınıyor. Viktoria’nın üzüldüğü şey ise, oğlunun hala anavatanını görememiş olması.. Hem savaşın izlerini yaşayan ülkesinden uzak kalmak, hem de oğlunun derdine üzülen Viktoria’nın acısı çok özenle anlatılıyor. Hem bir umut hikayesi, hem de doğduğun yere gidememek, vatansız yurtsuz kalmanın acısı belgeselde yer alıyor. Bazen acılar bizi birleştiriyor ve içimizden bir umudu doğurabiliyoruz. Aslında bu umudun doğuşunu ve değişen hayatlar içinden bulduğumuz yeniden başlama hikayesini sunuyor belgesel. Görüntüleri ve senaryosu çok başarılı….

Daha önceki festivallerde takip ettiğim Kravat, bu festivalde yeniden karşıma çıktı. Çamran Azizoğlu’nun yönettiği kısa film, Şehir merkezindeki bir duruşmas yetişmeye çalışan ancak yolda kalan Savcı Cengiz’in yaşadığı absürt bir kaç saate odaklanıyor. Aracın kitli kalması, aracı açmaya çalışan mahkumlar ve gelişen olayların absürt hali çok güzel anlatılıyor. Tam bir durum komedisi tadında, ama bir yandan bir şeylerin daha hızlı çözülmesi için pratik yolların illegalliği üzerine bir düşünme seansı sunması farklı bir durumu da gözler önüne seriyor.

Antalya Altın Portakal’ın seçkisinde de yer alan ve Mehmet Oğuz Yıldırım’ın yönettiği ‘Kudret’ aşırı keyifle izlediğim dahiyane bir kısa filmdi. Bekçilik yapan, sakin bir hayat süren ve hatta ‘yarım akıllı’ diyebileceğimiz Kudret’in yaşadıkları, yumrukları ve dişleri sıkmamıza sebep oluyor, ama finalde gerçekleşen o rahatlama belkide umudun doğuşunu simgeleyerek bir bakıma yeni dünyanın perdelerini de aralatıyor. Bir mahallenin serserisinin hem Kudret’e hem de köpeğine uyguladığı şiddetin intikamını, bir anda kazandığı güç sayesinde alma hikayesine dönüştüren Kudret ‘in mücadelesi çok güzel kurgulanmış. Kamera açıları da çok başarılıydı, bulduğunuz yerde yakalayın derim…