Hem Antalya’ya gitmek, hem de sinemayla Antalya’da var olabilmenin gelenekselleşmiş tutkusunu hissediyoruz bu dönemlerde. 62. yılında sinemaseverlerle buluşan Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, dolu dolu bir festival programıyla karşımızdaydı. Ben festivali bu yıl, 29 Ekim-1 Kasım tarihlerinde takip edebildim, başını kaçırmış oldum. Ama yinede her güne film izleyebilerek ve festival sohbetlerine de dahil olarak başarıyı yakalamış oldum.
Altın Portakal’ın simge mekanı AKM yani Atatürk Kültür Merkezi, her zamanki gibi muhteşem dizayn edilmişti. Kırmızı halı tasarımı ve afiş alanları oldukça güzel karşılık buldu. Salonlar tıklım tıklımdı, biz davetliler bile bazen filmlere girmekte zorlandık. Özellikle ulusal yarışma filmlerini gösterimleri, alt tarafından da yoğun ilgiyle karşılandı. Belediye başkanı Muhittin Böcek yoklugunda halkın da festival desteklemesi ve bu festivalin yapılıyor olması bile gerçekten, sinemanın sürekliligi adına çok önemli. Programda dikkatimi çeken detaylardan bir tanesi, ulusal yarışma filmi gösterimi arasına, bir uluslararası yarışma ve kısa film seçkisi gibi filmi gösterimlerinin konulması oldu. Benim gibi her sene ulusal yarışmaya fokuslanan festival takipçileri için, bulunmaz güzel bir fırsat oldu.
Yeni nesil içerik üretimi ve habercilik tartışması
Bu sene festivalde basına yarım akreditasyon verilmesi, bir tartışma konusu oldu. Davet edilen konuklar, nitelikler ve akreditasyon biçimleri hep tartışıldı. Ben neredeyse 10 yıldır sunucu, kültür sanat muhabiri, gazeteci ve eleştirmen olan mesleki kimliğimin yanına; yeni nesil içerik üreticiliği olarak ‘influencer’ kimliğini de yanıma ekledim Artık bu yeni dönemin getirdiği yeni seçeneği kabul etmek gerek, çünkü hepimiz artık bir şeyler öğrenmek ve bir şeyleri keşfetmek için sosyal medyayı kullanıyoruz. Daha önce de ‘youtuber’ lar için benzer bir eleştiri getirilmişti. Ama tabii ki kültür sanat alanındaki çalışmaların da sosyal medyada yer alması ve kültür sanat çalışmaları için içerik üretilmesi de çok önemli bir şey. Ben de kişisel olarak bu noktada da güzel geri dönüşler aldığım için bunu devam ettirmeye çalışıyorum. Dolayısıyla bu yeni kimliğin varlığını da kabul etmek gerekiyor. Ama sinema yazarlığının kıymetini de tok saymamak gerekli, çünkü sinema eleştirisi bir festivalin ve sinemanın olmazsa olmaz ve ayrılmaz bir parçası olmaya hep devam edecek.
Hangi filmleri izledim ?
Festivalin en iyi filmi olan Tavşan İmparatorluğu; vicdan sorgulamasını ve hayattaki gariplikleri bir çocuğun gözünden anlatan sade anlatım diliyle, sıcak ve naif duyguları hissettiren bir film. Yalanlar arasında sıkışıp kalan küçük çocuğumuz Musa oluveriyoruz film boyunca… Zamansız ve mekansız hissi çok güzel, ama en güzeli samimi olan senaryosuydu. Kendi çıkarını düşünen bir baba, hayatını ve canlıları kurtarmak için canını dişine takan ve duyguları olduğunu keşfeden bir çocuk ile antagonist hissi sonuna kadar yaşatan kötü patron… Ama teknik olarak yer yer çok güzel planlar izlerken, bazen de zayıf sahneleri var filmin. Buradaki dengesiz his, filmde ufak bir kopma hissi oluştursa da temasıyla bu his tolere edilebiliyor. Alpay Kaya, Musa rolünde oldukça doğal ve gerçek performansla çok başarılı. Kısa olsa da filmde büyük etki yaratan bir oyunculuk koyan Kubilay Tunçer, oldukça iyi. Karakteri hikayede biraz daha yedirilse daha iyi olabileceğimi hissettiğim Sermet Yeşil ise oyunculuk anlamında oldukça iyi bir izleti veriyor.
İzleyicisinden seyirciden dakikalarca alkış alan Kanto; derdini tertemiz anlatan, çatışmalarını doğru kurgulayan, görüntü dili başarısına sahip ve yalın oyunculuk performanslarına sahip bir film olmuş. Evet başta çok tek düze ve sıradan bir film gibi gidiyor, ama sonrasında aile içi çatışmalarındaki kırılmalarını çok güzel mesajlar vererek seyir zevki sunuyor. Özellikle karakter geçişlerinin sırıtmadan çok doğal bir şekilde gerçekleşmesi ve gerçek hissi vermesi güzeldi. Kanto sahnesi başta olma üzere Ece Bağcı’yı yeniden başarıyla izlemek çok güzeldi. Ayrıca Yıldız Kültür ve Didem İnselel de filmi sırtlayan performanslara sahipler…
Hasan Tolga Pulat’ın yönettiği ‘Parçalı Yıllar’, Yeşilçam’ın ‘erotik film’ dönemini anlatan nostaljik yolculuğuyla, izleyiciyi merak ettirici bir izletiye davet ediyor. Ana karakterimiz Aytekin’e odaklandığımız filmde, karakterin sanat tutkusu, aile sorumlulukları ve onuru arasında sıkışıp kalmasına şahit oluyoruz. Aslında sanat tutkusu ve idealleri için bu sektörde olan sanat insanlarının, duygularının yok sayılmasına ve para kazanmaları için yönlendirilmelerine çok güzel mesajlar veriyor film. Tabi ailesel yaşanan sorunlar ve maddi imkansızlıkların da zorla bu yönlendirilmeye sürüklendirmesi meselesi, gerçekçi bir şekilde anlatılıyor. Filmin süresi biraz uzun olsa da; izledikçe izleyesiniz, kahkaha attıkça gülesiniz ve duygulandıkça hüzünlenesiniz geliyor. Yetkin Dikinciler, mükemmel bir performansla karşımızda ve ödülünü hak eder cinsten bir övgüyü hak ediyor. Aynı şekilde Bilge Şen ve Mine Çayıroğlu nefes aldıran mükemmel performanslarla filme artı veriyorlar.
Uluslararası yarışmada yer alan ve ‘En iyi kadın oyuncu’ ödülünü Lea Drucker ile alan ‘Adam’s Sake’ bir hastanenin gergin koridorlarında ve ihmallele duygular arasında sıkışıp kalan bir hemşireye odaklanıyor. Filmin en güzel başarısı, baş karakteri Lucy’nin bakışlarına ve yaşadığı anlardan kopmaması ve karaktere her bir olayı güzel ve doğru bir şekilde bağlaması olmuş. Özellikle anne-oğul hikayesinde kendini bulması ve onlar için mücadele etmesi çok güzel bir şekilde anlatılıyor. İki kadın arasında sistemleri de aşan ve adeta gözleri kör olarak ateşe atlayarak hikayenin bir kadın dayanışmasına dönüşmesi de çok özel. Her insan çok özeldir ezber, ama çaresiz ve yardıma ihtiyacı olan insan çok daha başka özeldir. Lea Drucker’ın enfes performansının yanı sıra, 2021 yapımı iddialı film ‘Kürtaj’ ın başrolü olarak izlediğimiz Anamaria Vartolomei’nin de lezzetli performansına şahit olmak güzeldi.